ELEM, KEDER VE KAYIPLA BAŞETME

Bazen bir yakınımızın, dostumuzun kederli (hastalık, ölüm vs.) durumlarında nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Yapılması gereken en önemli unsur “onunla her zaman her konuda konuşmaya” istekli olduğunuzu göstermektir. Böylece kendini hazır hissettiğinde size güvenebileceğini bilecektir. Yapabileceğiniz bir başka şey, arkadaşınıza onun yaşadığı durumla ilgili kendi duygularınızdan söz etmektir. Onun dostu olmayı sürdürün, ne denli uzaklaşır gibi görünse de onu terk etmeyin.

Kendi kayıplarımızda yaşam dönüşsüz bir biçimde değişmiştir. Böyle bir dönemde kendinize yakın hissettiğiniz insanları aramanız ve onlarla konuşmanız önemlidir. İnsanlar size nasıl yardımcı olabileceklerini bilemiyor, sizin onları aramanızı bekliyor olabilirler. Birini seçip, özel bir şey yapmasını isteyebilirsiniz (sizi dinlemek, yürüyüşe, kafeye gitmek vs.). Bazen öylece suskun oturmak, birlikte farklı kitaplar okumak, egzersiz yapmak işe yarayabilir (The Go Ask Alice Book of Answers).

Kayıpla ilgili güçlü, boğucu duyguların zaman içinde azalacağını anımsamak önemlidir. Yaraları sarmada doğanın yavaş ancak emin işleyen sürecine zaman tanınmalıdır. Rutin egzersizler, meşguliyetler uygulanmalıdır. Tepkisel ilişkilerden, büyük kararlardan ve alışkanlık yapıcı her türlü şeyden uzak durulmalıdır.

Keder ve matemin herhangi bir sihirli reçetesi yoktur. Her insan bunu kendi tarzında yaşar. Önceden belirlenmiş bir matem dönemi (süresi) yoktur. Ancak çok uzayan; kişinin sosyal ve mesleksel işlevselliğini bozan, iştah-uyku gibi bedensel dengelerini bozan, derin umutsuzluk ve intihar düşüncelerinin geliştiği olgularda kişinin bir klinisyen tarafından muayene edilmesi gereğinde psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi alması uygun olacaktır.

AİLE İÇİ KRONİK HASTALIKLARIN VARLIĞI

Aile fertlerinden birinde yaşamı tehdit eden veya kronik seyreden bir hastalık teşhis (AIDS, şiddetli koroner hastalık, kanser, şizofreni vs.) edilmesi, hasta ve diğer bireylerde çeşitli duygusal dalgalanmalara yol açabilir. Bu dalgalanmalar hasta ve aile fertleri arasında ilişki düzenini değiştirebilir. Hasta bireye gösterilen ilginin artması, diğer aile fertlerinin kendilerine ayıracakları zamanın azalması sıklıkla görülen bir durumdur.  Belirsiz olan hastalık süreci ile ölüm ihtimalinin yanı sıra çaresizlikten kaynaklanan bir gerilimde sıklıkla yaşanmaktadır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Sağlıklı aile fertleri hastalık yüzünden endişe, öfke ve kırgınlık hissedebilmektedir. Oluşabilecek sosyal izolasyon, maddi sıkıntının yanı sıra tedavi yöntemleri ile ilgili düşünce farklılıkları da zorlayıcı olabilmektedir.

Bu sorunları ele alınmasında hastalık süreci içerisinde ne tür gelişmelerin olabileceğine dair bilgilendirme önceliklidir. Hastalığa çok fazla ya da çok az müdahil olmak gibi ölçülü bir sınır tayin edememenin durumu zorlaştıracağı unutulmamalıdır. Hastalık sürecinde ortaya çıkabilecek beklenen veya beklenmeyen sıkıntılara, kötü gidişe ve ani ölüme karşı baş etme stratejileri geliştirilmelidir.

AİLE İÇİ AYRILMA (BOŞANMA)

Evlilikle ilgili zorlukların yaşanması ve giderek yoğunlaşması, evliliğin ve aile ilişkisinin sürekli yıpranmasına yol açmaktadır. Eşler arasında anlaşmazlık ve tartışmaların artması birbirlerine yabancılaşmayı artırır. Diğer aile bireylerindeki gerilimde özellikle “ayrılma” söylemi ile tetiklenir. Aile üyelerinde endişenin, depresyonun ya da eyleme dönük davranışların (madde kullanımı, kavgacılık, düşük okul performansı gibi) semptomları gelişebilir (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Ebeveynlerin ayrılığa karar vermesi ile hangi aile üyelerinin evde kalacağı ile ilgili endişeli sorular ortaya çıkar. Çocuklar, bir ebeveynden belki de kardeşlerinden ayrılmaları nedeniyle çatışmalı bağlılıklar yaşayabilirler. Zorlayıcı maddi yetersizlikler sıklıkla gelişir. Çocuk yönetiminde problemler tek ebeveynliğin ve eski eşin destek eksikliğinin sonucu olarak gelişir.

Klinik görüşmelerde, her iki eşte anlaşmazlıklarını çözmek için motivasyon olup olmadığının saptanması önemlidir. Motivasyon sağlanamazsa ayrılmayla uyumlu bir şekilde başa çıkmanın sağlanması temel hedeflerdendir. Ebeveynlerin aile içi sorunlarda iş birliğini kabul etmeleri ve aralarındaki çatışmayı azaltmaları önemlidir. Ebeveynlerin çocuklara bakmaya devam etmesi, onlara sevildiklerine dair güven vermesi sağlanmalıdır.

EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLER (ALDATMA)

Eşlerden biri ya da her ikisi de, evlilik ilişkisini zedeleyici cinsel davranışta veya evlilik dışı bir partnerle yakınlaşma (cinsel, duygusal vs.) yaşayabilirler. Bazı durumlarda ebeveynlerden biri ya da her ikisi de, ilişkiyle ilgili duygu veya düşüncelerini evlilik dışı bir partnerle paylaşır ve evlilik ilişkisinin açık ya da gizli beklentilerini ihlal eden gizliliği sürdürür (örneğin; açıkça veya gizliden romantik içerik taşıyan mesajlar, hediye gönderme vs.). Bazen de evlilik dışı ilişki yaşayan kişi veya diğer ebeveyn bu ilişki ile ilgili hislerini gizlice çocuklarıyla paylaşır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Bu tür ailesel sorunların ele alınması ve yönetilmesinde bazı hedefler önemlidir; eşlerin birbirleriyle bu konuda iletişime geçmeleri, sorunun çözümü veya ayrılma konusunun üzerine eğilmek için çift (evlilik/ayrılık) terapisi almaları, çocukları bu konuda nasıl bilgilendirecekleri konusunda bir anlaşmaya varmaları uygun olacaktır. Bir evlilik ilişkisinin sonlandırılmasının çocuklara nasıl anlatılacağının kararlaştırılması önemlidir. Ebeveynlerin çocuklarını “sır tutma” durumunda bırakarak onlara verdikleri zararı anlamaları ve gelecekte tüm ilişki problemlerini aralarında konuşarak çözmeleri sağlanmalıdır. Eş ilişkisi (evlilik) terapisinin sağlanamadığı durumlarda gereğinde bireysel terapiler uygulanmalıdır.

AİLE İÇİ ÖFKE YÖNETİMİ

Öfkenin, insan yaşamı için gerekli ancak kontrol edilmesi gereken bir duygu olduğu kabul edilmelidir. Zaman zaman tehditler, objeleri kırma, diğerlerinin bireysel alanını ihlal etme ve bazı bireylerle konuşmayı reddetme yaşanabilir. İlişkilerde küçük düşürücü, tehdit edici ve saygısız olarak algılanan öfke ifadeleri bulunabilir.

Öfke duygularının şiddetle büyümesine izin vermek yerine onlar hakkında önceden konuşmanın önemi hatırlanmalıdır. Bazı konulardaki bağımsızlık arzularını ifade etmek için öfkeli saldırganlığın yerine girişkenliği uygulamanın altı çizilmelidir. Bireylere, kontrolsüz öfke ifadelerinin hem kendisi hem de diğer aile üyelerine ne kadar zarar verici olduğunu, negatif sonuçlarını tanımlamada yardım etme ön planda tutulmalıdır (F.M. Dattilio, A.Jongsma)

Öfke kontrolü için belirli teknikleri tanımlamak (düşünceyi durdurma vs.) yararlı olmaktadır. Gereğinde danışmanlık alınması, öfkenin tedavisi için ilaç tedavisi ve/veya psikoterapi önerilmektedir.

ERGEN EBEVEYN ÇATIŞMALARI

Ebeveynler ile ailenin genel işleyişine müdahale etmeye başlayan ergen çocuk arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Ebeveynler, ergen çocuğun rahatsız edici ve uygunsuz davranışları konusunda birbiri ile tartışmaktadır.

Aile fertleri, aile içi gerilimi artıran ergen çocuk merkezli çatışmalar konusunda alınganlık yaşamaktadır. Ebeveynler güç kaybettiklerini hissederken ergen çocuk ebeveynlerindeki bu zafiyetten kaynaklanan bir güç hissetmektedir ve ebeveynlerin müdahalesine izin vermeden kendi kurallarını koymaktadır. Ergen çocuk, madde kullanımı, cinsellik, okul performansında düşüş ve suç işleme eğilimli davranışlar sergileyebilmektedir (F. M. Dattilio, A.Jongsma).

Ebeveynlerin, alternatif ebeveynlik yöntemlerini denemesi, ev kuralları koyarak istikrarlı bir biçimde uygulaması önemlidir. Aile fertlerinin sık olarak toplantı yapmaları, diğer bireylerin düşüncelerine saygı duyması ve onlara karşı empati yapması önerilmektedir. Ebeveynlerin birbirlerine daha sık destek olmaları sağlanmalıdır. Gereğinde danışmanlık alınması önerilmektedir.

TOPLUMSAL TRAVMATİK OLAYLAR ARDINDAN GELİŞEN RUHSAL DURUMLAR

TRAVMATİK OLAYLAR ARDINDAN GELİŞEN RUHSAL DURUMLAR

Afet, en geniş anlamıyla normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak ya da kesintiye uğratarak, toplulukları olumsuz etkileyen; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olan doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylar şeklinde tanımlanmaktadır. Felaket ise “büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela” olarak tanımlanmıştır. Sosyal medya gibi kitle iletişim araçlarının günümüzdeki yaygınlığı, hem doğal afetlerden hem de insan eliyle gerçekleşmiş olan felaketlerden daha sık haberdar olmamıza neden olmaktadır.

Psikiyatrik tanılandırmada travma; ölüm tehdidi veya gerçek bir ölüm, kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayı olarak tanımlanmıştır. Başkalarının başına gelen olayı “doğrudan görme” kadar “tanıklık etme” ve “örseleyici olayları öğrenme de” önemlidir. Bu olaylar genellikle ani ve beklenmedik olup yoğun kaygı, korku, kaçınma oluşturmaktadır (A. E. Altınöz, C. Kaptanoğlu; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi). Travma sonrası gelişen olağan süreç; yanıt evresi, uyum evresi ve iyileşme olarak tanımlanmıştır. Uyum süresi aylar sürebilmektedir.

Kitlesel travmaya maruz kalan bireylerin büyük çoğunluğu, başa çıkabilmekte, önemli kısmı bazı psikolojik zorluklar yaşamakta ve yalnızca küçük bir kısmı psikiyatrik bir bozukluk geliştirmektedir.

Travmatik olayın doğası, etki büyüklüğü, süresi, birey için anlamı, bireyin önceki deneyimleri, kişiliği, sosyal desteği gibi değişkenler verilen ruhsal tepkiyi doğrudan etkilemektedir.

En sık gelişen psikopatoloji Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)’dur. Afete maruz kalmış insanlar; depresyon, uzamış yas, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, madde kullanımı için de artmış risk altındadır. Travmatik  deneyim sonrasındaki sosyal destek azlığı ve travma mağduruna olumsuz sosyal tepki;  travmanın kişi üzerindeki ruhsal etkilerini artırır.

Bazı olgularda travma sonrası “yaşamlarını yeniden inşa ederek umulmadık biçimde yeni bir farkındalık ve anlam düzeyine ulaşma” söz konusu olabilir. Bu değişiklik “travma sonrası büyüme “olarak tanımlanmıştır.

KRONİK YORGUNLUK SENDROMU

Yeni başlamış olan ya da başlangıç zamanı belirli olan ve nedeni açıklanamayan, sürekli ya da depreşen, dinlenme ile geçmeyen, işlevselliği de bozan, süreğen (kronik) bir yorgunluk durumu olarak tanımlanır (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Bu sendromu yaşayan kişilerde; bellek de azalma, odaklanma güçlüğü, eklem ve kas ağrıları, yineleyen boğaz ağrısı, yeni bir tarzda baş ağrısı çekme, dinlendirici olmayan bir uyku uyuma, enerjinin çabuk tükenmesi gibi belirtiler gözlenebilir.

Belirli birtakım durumlar bu tanıyı dışlar; tedavi edilmemiş uyku apnesi, hipotiroidizm, kanser, önemli bir ruhsal hastalık, madde kullanım bozukluğu ve ileri derecede şişmanlık.

Hastanın klinik öykü ve muayene bulgularına göre bazı tetkikler önerilmektedir; tam kan ve biyokimya tetkikleri, estradiol veya testosteron düzeyi, ekokardiyografi, polisomnografi, arteriyel kan gazları vs.

Bugün için kronik yorgunluk sendromuna artık tek bir enfeksiyon etkeninin neden olmadığı bilinmektedir. Ancak Epstein-Barr virüsü, Ross River virüsü, Coxiella Burnetti gibi kimi etkenlerin, kimi olgularda, hastalığın oluşumuna katkısı olabilir.

SAVSAKLAMA

Hepimiz günlük yaşamımızda bir şeyleri ertelemek zorunda kalırız. Erteleme, önceliklerimizi belirlemenin bir parçasıdır. Bazı ertelemeler gerekli olmanın ötesinde akıllıcadır. Örneğin daha fazla bilgi toplamak amacıyla bir projeyi ertelemeye karar verebiliriz. Şu an için en önemli şeyin ne olduğuna odaklanabiliriz.

Her savsaklama (procrastination) ertelemedir, fakat her erteleme savsaklama değildir. Savsaklama, hemen şimdi harekete geçebileceğimizi bilmemize rağmen, yapılması gereken bir işle veya faaliyetle istemli ve daha çok kasıtlı olarak ilgilenmemektir.

Savsaklama davranışı, yapılacak bir işin veya faaliyetin bile isteye ertelenmesidir. Kişi, bu ertelemenin kendisinin iş verimliliğini ve hatta söz konusu faaliyete veya bizzat kendisine dair duygularını olumsuz yönde etkileyeceğinin farkındadır. Savsaklamak, bilerek, isteyerek, boş yere ertelemektir (T.A. Pychyl).

Kişiler yapmaya niyetlendikleri fakat yapmak istemedikleri bir iş karşısında bazı olumsuz duygular yaşarlar. Kendilerini bezgin, güçsüz, kızgın, küskün, depresif, endişeli bazen de suçlu hissedebilirler. Burada bir şekilde “görevin iticiliği” söz konusudur. Ancak bu görevi yerine getirmek istemeseler de yapmak zorunda olabilirler. Bu durumda kendilerini iyi hissetmek için birtakım dürtülerine yönelik olarak, kısa vadede zevk ve heyecan veren davranışlara yönelirler. Kronik savsaklama da bu kilit noktadır.

Duygusal zeka, kişinin davranışlarına yön vermek üzere duygularını etkili bir şekilde tanımlama ve kullanma yeteneğidir. Duygusal zekayı geliştirmek mümkündür. Araştırmalar, kullanılmayan duygusal zeka ile savsaklama davranışının sıklığı arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir.

Kişiler gelecekte nasıl bir durumda olacağını, neler olabileceğini, o zaman kendisini nasıl hissedeceğinin üzerinde yeterince düşünmeden şu an kendisini nasıl hissettiğine ve mevcut durumuna odaklanmaktadır.

Yapılması gereken; bu duygusal durumun geçici olduğunu anımsamak ve sorumluluğunuz altındaki işe koyulmak için illa ki o işe motive olmak zorunda olmadığınız düşüncesini kabul etmektir. Değişim stratejisi uygulanması ve bu konuda destek alınması uygun olacaktır.

KİŞİLERARASI İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI

Yakın ilişkiler insan insana olan ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Başkaları ile samimi ilişkiler kurmak, bu ilişkileri sürdürme arzusu insani bir davranış örüntüsüdür.

Kişilerarası ilişkilerde bağımlılık; birisinin kendisi dışındaki insanlara ve şeylere güvenecek kadar kendi kimliğini küçümsemesi, kendini ihmali ve takıntılı alışkanlıklar, bağımlılıklar, benliğine yabancılaşmaya yol açan hastalıklar ve utanç duygusu ile yansıtılan sahte benlik yapısının ortaya çıkmasıdır. İnsan ilişkilerinde başarı ve başarısızlık, yaşam memnuniyetini ve fiziksel sağlığını etkileyen bir durumdur (Z. Yüncü, D. H. Atlam; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Aşk bağımlılığı, madde bağımlılığına benzeyen psikobiyolojik bir süreçtir. Sevgi nesneside, beyinde ödül sistemini aktive ederek maddenin yarattığı etkiye denk haz ve doyum etkisi yaratabilir.

Kişilerarası ilişkiler; bireyin ait olma ve sevgi gereksinimiyle, birlikte yaşayarak korku ve yalnızlığı azaltma, kimlik kazanma ve sosyal ihtiyaçları karşılanması amacıyla en az iki kişi arasında farklı yoğunlukta yaşanan karşılıklı duygusal, düşünsel etkileşim ve davranımlar olarak tanımlanabilir. Bağımlılık ilgi, onaylanma ve yardım arayışını içerir.

Bazen birey kendisi dışında herkesin güvenilir olduğuna inanır. İlişkilerde bağımlılık sorununu ağır yaşayanlar, kişilerarası iletişimde olumsuz ipuçlarına daha duyarlıdır. Şiddetli ve esnek olmayan bağımlılık, bireyin sosyal, mesleki ve romantik ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Bir ilişkide sadece eşlerden biri bağımlı olduğunda tek taraflı, bireylerin her ikisi de bağımlı olduğunda ise “karşılıklı bağımlılık” söz konusudur. Karşılıklı bağımlı eşler, ilişkiyi koruma yönünden eşit derecede güdülendiklerinden olumsuz duyguların yaşanması daha azdır.

İlişki/Aşk bağımlılığı; sağlıksız ilişkilerin peşinden sürüklenip gitmek, acı veren ilişkileri sonlandıramamak, partner yokluğunda acı çekip takıntılı bir şekilde ona ihtiyaç duymak, ilişkiyi hayatının merkezi haline getirmek gibi özellikleri yansıtır.

Kişinin diğer kişiye yüklediği anlam ve hayatını nasıl etkilediği önemlidir. Bağımlı bir ilişki, beklenmedik bir şekilde kötü bittiğinde madde yoksunluğu gibi etki yaratır.

Bu ilişkisel özellikler, birçok psikiyatrik eş tanıya neden olarak kişinin günlük işlevselliğini bozmaktadır. Psikiyatrik destek ve tedavilerde bu konunun önemi giderek artmaktadır.