Kabul ve adanmışlık terapisinde füzyon, insanın kendi düşüncesinin içeriğine birebir inanması sonucu bu düşüncelere kendini kaptırmış olma eğilimini ifade eder. Başka bir deyişle zihnimizin tüm söylediklerine inanırız. Tabii ki düşüncelere inanmak her zaman sorun teşkil etmez. Bazı düşünceler doğruları temsil eder.
Füzyon genelde altı bilişsel alanda ortaya çıkar: kurallar, nedenler, yargılar, geçmiş, gelecek ve kendilik ( R.Hayes, J. Stoddard, N. Afari).
Kurallara dayalı düşünme genellikle “-meli, -malı”, zorunda”, “lazım” ve “…ise o zaman …dir” kalıplarını barındıran söylemlerden oluşur. Kurallara dayalı düşünmeyle kaynaşma esnek olmamak anlamına gelir.
Sebep odaklı düşünme genelde değişimin neden imkansız olduğuyla ilgili bahanelerden oluşur. “Değişmek için iradem yok”, ”Çok şanssızım”, “Yeterince güçlü değilim” gibi.
Yargılarla kaynaşma; değerlendirmeler ister olumlu ister olumsuz olsun sorun yaratabilir. “Çok akıllıyım”, “Çok aptalım” gibi.
Geçmiş ve gelecekle kaynaşma hem hoşa giden hem de hoşa gitmeyen içerikler barındırabilir. Örneğin, olumsuz anılarla kaynaşmak veya gelecekle ilgili korkulara kendini kaptırmak gibi. Tüm bu kaynaşma (füzyon) biçimleri kişileri şimdiki zamandan koparır. Bazen bu süreç, yaşantısal kaçınmanın bilişsel bir türü olarak işlev görür.
Benlik hakkındaki düşünceler anlattığımız öykülerdir ve bu öyküler kimlik algımızı oluşturur. Genellikle “ben” ile başlarlar ve ACT’de kavramsal benlik olarak adlandırılırlar. Bu tür bir kaynaşma, insanların değerleri yerine, kendileri hakkında sahip oldukları öyküler tarafından yönlendirilmeye iter (örneğin “Ben beceriksiz bir tamirciyim”).
Bilişsel füzyon, düşüncelerimizin içeriğine takılıp kaldığımız süreçken, bilişsel defüzyon ise bir adım geriye gidip sadece düşüncelerimizin varlığına tanıklık ederek onlarla ilişkimizi değiştirdiğimiz süreçtir.
GECE YEME SENDROMU
Gece yeme sendromu, hakkında daha çok fazla şey öğrenilmesi gereken görece yeni bir tanıdır. Prensip olarak, tanıyı koymak için üç özelliğin olması gerekir:
1. Tekrar eden gece yeme atakları (uykuya daldıktan sonra) veya akşam sırasında aşırı yeme.
2. Gerçekleştiği sırada davranışın farkında olma.
3. Yeme modeli belirgin sıkıntı veya engele neden olur.
Genellikle erken yetişkinlikte başlar ve uzun süreli bir gidişata sahiptir. Bazı vakalarda mevcut olmayan geniş periyotlar olabilir.
Uykusuzluk veya obezitesi olan kişiler ve tıkanırcasına yeme bozukluğu olanlar arasında özellikle yaygın olmaya eğilimlidir. Erkek ve kadında eşit derecede yaygındır.
Gece yeme sendromu ile karıştırılabilen tek yeme bozukluğu tıkanırcasına yeme bozukluğudur. Tedavisinde bilişsel davranışçı terapi etkindir.
KABUL VE ADANMIŞLIK TERAPİSİ (ACT) NEDİR?
Kabul ve adanmışlık terapisi hayatla değer odaklı bir biçimde meşgul olmaya odaklanan davranışçı bir terapidir.
Kabul ve gönüllü olma, bilişsel defüzyon (ayrışma), şimdiki zaman farkındalığı, bağlamsal benlik, değerler ve adanmış eylemden oluşan altı temel süreç aracılığıyla danışanlar, kendilerini açmaya ve tüm bu deneyimleri – ister hafif ister ağır, her türlü düşünce ve duyguyu- içeri almaya teşvik edilir. Bu terapide esas amaç; psikolojik esneklik, yani değerlerimiz doğrultusunda eylemler gerçekleştirebilmemiz için tümüyle anda olmak, açık olmak ve bizim için önemli olanı yapmaktır (J. A. Stoddard, N. Afari).
Daha basitçe söylemek gerekirse psikolojik esneklik anda olmak ve bizim için önemli olanı yapmaktır (R. Harris). En nihayetinde, anda olmak, açık olmak ve bizim için önemli olanı yapmak, zengin ve anlamlı olan ve yaşama gücü ile karakterize edilen bir hayata öncülük eder.
Kabul (ilişkili olduğu gönüllülük kavramı ile beraber) içsel deneyimlerimizden kaçınmaya, onları değiştirmeye veya kontrol etmeye çalışmadan onlarla tümüyle temas kurmayı içerir. Kabul; ne bir şeyi sevmek, istemek ne de ondan vazgeçmek, ona teslim olmak anlamına gelir. Basitçe kabul, ortaya çıkan şeyleri usulce eline tutmak demektir.
Bilişsel defüzyon, bir adım geriye gidip düşüncelere uzaktan bakmak ve onların varlığını gözlemlemek demektir. Düşüncelerimizin içeriği ile ilişkimizi değiştirmemize yardımcı olan süreçtir.
Şimdiki zaman farkındalığı, bilinçli farkındalığın bir yönü olarak tanımlanmıştır ve binlerce yıldır uygulanmaktadır. Yargılayıcı olmayan, şimdiki zaman odaklı farkındalık süreci olarak tanımlanabilir. Bu sebeple; kabul, defüzyon ve bağlamsal benlikle doğrudan ilgilidir.
Bağlamsal benlik; kişinin deneyimlerini aşan benlik duygusu anlamına gelir. “Sen, düşünce ve duyguların değil, daha ziyade bunların ortaya çıktığı bağlam veya sahnesin” çıkarımına dikkati çeker.
Değerler bireyin önemli ve anlamlı olarak tanımladığı yollar ya da istikametlerdir. Değerler gerçekte kim olmak ve neyi temsil ettiğimizi tanımlar.
Adanmış eylem, basitçe harekete geçmektir. Değerler istikameti belirler, adanmış eylem ise esas davranış değişikliğidir.
İnsan olmak her türlü duyguya sahip olmak demektir. Bu duyguların bazılarını severiz bazılarını da sevmeyiz. Acı hoş bir duygu olmasa da genelde ıstıraba yol açan şey, acıdan kurtulma ya da kaçınma mücadelesidir. Bu önerme, kabul ve adanmışlık terapisinin kalbinde yer alır (Hayes, Strosahl ve Wilson).
DİKKAT EKSİKLİĞİ BOZUKLUĞU SENDROMU
DEB SENDROMUNUN ALTI YÖNÜ
Efsane; DEB sendromu, hiperaktif olmak veya birileri sizinle konuşurken onları dinlememek şeklinde kendini gösteren basit bir problemdir.
Gerçek; DEB Sendromu; odaklanma, planlama, motivasyon, duygusal değişim, hafıza ve beyin yönetim sisteminin diğer işlevlerini kapsayan karmaşık bir rahatsızlıktır.
Yönetim İşlevleri (Çeşitli kombinasyonlarda beraber görev alırlar)
- Harekete Geçme
. Planlama, önceliklerin belirlenmesi ve harekete geçme
- Odaklanma
. Odaklanma, sürdürme ve dikkatin görevlere kaydırılması
- Gayret
. Canlılığı düzenleme, gayretleri sürdürme ve zihin işlem hızı
- Duygu
. Düş kırıklıkları ile başa çıkma ve değişen duyguların yönetimi
- Hafıza
. Çalışma belleğinin kullanılması ve anımsama
- Eylem
. Takip ve kendi kendini düzeltme eylemi
DEB Sendromu yaşayan kişilerin çoğu, bu altı grubun her birinde en azından bazı açılardan kronik zorluklar yaşadıklarını bildirmektedirler. Bu işlevler klinik açıdan birbirleriyle ilişkili görülmektedir (T. E. Brown).
DEPRESYONDA DÜŞÜK ÖZDEĞER HİSSEDİLMESİ
Özdeğer, özsaygı, kendine güven ve kendinden memnunluk ve kendisine verdiği değerdir. Kendinizi kabullenişinizi, kendinizi bir bütün olarak sarsılmaz bir kabullenişe dayandırın; kişisel özelliklerinizi veya yaptıklarınızı nasıl değerlendirdiğinize ya da başkaları tarafından sevilmeye veya beğenilmeye değil. A. Ellis ; “Gerçek öz saygının, başkalarının sizi beğenmelerinden değil, sizin kendinizi beğenmenizden doğacağını bileseniz…” söyleminde bulunmuştur.
Öz değerinizi kuvvetlendirmeye çalışmak aslında sağlıklı bir amaçtır. Bununla birlikte, kişisel özelliklerinizi ve yaptıklarınızı daha iyileştirerek veya kendinizi daha çok kişiye beğendirmeye çalışarak öz değerinizi kuvvetlendirme yolunu tutarsanız depresyonunuzu artırabilir; öz değerinizi de daha aşağı düzeye indirebilirsiniz. Ne yazık ki kimileri kişisel gelişimlerinde kendilerini kabullenişten daha çok kendini suçlamanın işe yarayacağına inanır (L. Clark).
“Özdeğer” ile “Kendini kabulleniş” benzer terimler ise de “Kendini kabulleniş”; insanın kendisini sarsılmaz bir inançla kabullenmesi ve kendisine “değersiz” veya “mükemmel” gibi toptancı ve genelleyici anlamlar taşıyan sözcükler kullanarak değer biçmeyi reddetmesidir. Yaptıklarınızı nitelendirmek, ancak kendinizi bir kişi olarak nitelemeden kaçınmak çok önemlidir. “Kendini kabulleniş” halinden daha çok memnun olmayı sağlar. Amaçları gerçekleştirme de başarıyı artırır; bunaltıyı, öfkeyi ve depresyonu hafifletir.
DESTEKLEYİCİ PSİKOTERAPİ
Destekleyici psikoterapinin amacı, hastanın uyum yeteneğini artırmak ve çevresindeki kişilerle yeniden sağlıklı bir ilişkiye girmesini sağlamaktır. İçgörüye yönelik terapinin amacı da bu yöndedir. Bu terapilerin ayrıldıkları yer metodolojileri, bu amaçlara ulaşma yollarıdır. Destekleyici psikoterapide en çok destekleyici etken; danışana duygularının ve açmazının (sözel ve sözsüz olarak) doğru bir şekilde anlaşıldığını göstermektir. Bir çok danışan davranışlarının güdülerine ve anlamına ilişkin bir içgörüye yararlı bir şekilde ulaşır. Bu içgörüyü kullanma yeteneği arttıkça, intrapsişik çatışmalar ve buna eşlik eden anksiyete azalır. Ego kendisini daha az tehlikede hissettiğinde desteklenmiş olur ve işlev görmesi artar.
Destekleyici tedavi sadece danışanı sıcak duygulara boğmak, aklınızda ne varsa söylemek; bir sözde arkadaş ya da anne baba olmaya çalışmak değildir. Terapistin düşünce akışı; “belli bir öyküsü, güncel ortamı ve dinamikleri olan bu kişinin tam şu anda benimle bu işe girmesinin anlamı nedir?” şeklinde gerçekleşir (E. R. Wallace).
Daha destekleyici bir yaklaşımdan yararlanması beklenen hastalar; 1. sözel zekaları ve psikolojik anlayışları yetersiz, 2. ego işlevleri ağır, 3. yoğun, güçlü dürtüleri olan, 4. süperego işlevleri büyük ölçüde zayıflamış, 5. özellikle sorunlu güncel ortamlarda yaşayan hastalardır.
PSİKİYATRİK MUAYENE VE RANDEVU BİLGİLERİ
PSİKİYATRİK MUAYENE & RANDEVU BİLGİLERİ
Psikiyatrik muayene ve değerlendirme; başvuran kişi de yaşamsal sıkıntıya yol açan ruhsal sorunların, yüz yüze görüşme ile konuşularak tanımlanmasıdır. Bu görüşme sonucunda bir tanı ölçütleri karşılanıyor mu yoksa sıkıntı veren bir sorun mu mevcut değerlendirilir. Bilgilendirme yapılarak; uygun terapi yöntemleri ve gereğinde ilaç tedavisi eklenerek tedavi sürecinin beraberce kararlaştırılması sağlanır.
Başvuru nedeni olan sorun veya sorunların tanımlanması amacıyla bazı ölçek ve testlerin gereğinde uygulanması değerlendirme ve muayene sürecine dahildir.
Bir muayene süresi ortalama 40 dakika sürer. Muayene öncesi randevu saatinizden 15 dakika önce başvurmanız kayıt ve diğer işlemler için zaman kazandıracaktır. Eş görüşmelerinde gereğinde 2 seans (ortalama 80 dakika) randevu planlanması uygun olacaktır.
Randevular saatlik bloklar halinde düzenlenir. Psikiyatrik muayene-görüşme, bilgilendirme, yapılacak olası testler ve olası gecikmeler bu sürece dahildir. Bu zaman dilimine başka randevu, kısa görüşme verilmemektedir.
Randevu saatinin sadece size ayrıldığını bilmeniz önemlidir. Herhangi bir nedenle randevunuza gelemeyecekseniz; iptal, yeni bir tarih ve saat için düzenleme yapılabilmesi için mümkünse bir gün önceden bilgi vermeniz önemlidir. Gecikme durumunda size ayrılan süre gibi bir sonraki görüşmenin de randevu saatine özen gösterilmek zorunda olunduğunu unutmayınız.
Randevusuz, doğrudan başvuruların kabulü genelde mümkün olamamaktadır.
Tüm görüşmelerde gizlilik esas olup kişiyle yalnız görüşülür. Özel durumlarda muayene sürecine bir danışan yakını dahil edilebilir. Özel bilgiler 3. kişilerle paylaşılmaz.
Tüm psikoterapi yöntemleri (medyada ki bazı yanlış kanıların varlığına rağmen) hemen her tanıya uygulanabilir değildir. Psikoterapi, biyolojik (organik) nedenlerin öncelikli olduğu bazı ruhsal hastalıklar için birincil tedavi yöntemi değildir. Ancak bazı uyum zorlukları, yaşamsal sorunların aşılması, nüksetmelerin azaltılması, gereğinde kullanılan ilaç dozlarının azaltılması gibi yararları nedeniyle yararlı olmaktadır.
Psikoterapi seansları belli bir düzen içinde, bir amacı olan, sınırları belirlenmiş, danışan ve danışmanın aktif katılımının olduğu bir yöntemler bütünüdür. Başvuran kişinin eğitim düzeyinden çok motivasyonu, danışmanla iş birliği, seanslara düzenli gelmesi, önerilen ödevleri yapması ve gereğinde tedavide ki ilaçları düzenli kullanımı önemlidir.
Uyuşturucu madde ve alkol etkisindeki kişi asla psikiyatrik görüşmeye alınmaz.
Tedavi sürecinize seanslar şeklinde devam edileceği durumlar; haftalık/ 10’ar günlük düzenli görüşmelerle, danışmanınızla karşılıklı randevular kararlaştırılarak yürütülür.
Danışan ve danışman arasındaki sır kapsamında olmayan, tedavi sürecini planlama ve izlemede yardımcı olacak bilgiler (genel tıbbi notlar, ödevler, test ve ölçekler, yapılan tetkikler, reçete bilgileri, faturalandırma bilgileri gibi) güvenli bir ortamda saklanabilir.
Muayene öncesinde kayıt yapılırken; tanı-değerlendirme, terapi-tedavi süreci ve kişisel verilerin korunması konusunda gerekli bilgilendirme yapılarak ilgili onam formlarının, danışan veya vasisi tarafından ıslak imza ile imzalanması (ilgili kanun ve yönetmelikler dahilinde) zorunludur.
Randevunuza gelirken önceki genel tıbbi veya ruhsal tanı, tetkik ve tedavi bilgilerinizi getirmeniz önemlidir. Ek tıbbi hastalıklar için kullandığınız ilaç bilgisi de tedavi düzenlenmesinde gözetilmektedir.
DEPERSONALİZASYON BOZUKLUĞU
Depersonalizasyon bozukluğu olan hastalar; bedenleri, düşünceleri, duyguları ve davranışları gibi benliklerinin değişik yönlerinden sanki kopmuş gibi bir duygu içinde olurlar. Depersonalizasyon belirtisi, patolojik olmayan, gelip geçici bir olgu olarak ortaya çıkabilir. Çoğu kez de depresyon, anksiyete ve şizofreninin bir belirtisidir.
Bazı sistemik bedensel hastalıklar, beyin tümörleri, epilepsi, madde kötüye kullanımı da depersonalizasyon belirtilerine neden olabilir.
Başlangıcı daha çok 15-30 yaşlarında olur, belirtiler aniden oluşur. Bazı hastalarda kronik gidiş ve dönemsel alevlenmeler görülür. Özgül bir tedavi yaklaşımı yoktur. Eşlik eden psikiyatrik hastalılar gereğine göre tedavi edilmelidir.
DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU
En sık ergenlerde ve kadınlarda görülür. Küçük çocuklarda da gelişebilir. Genellikle örseleyici olaylar sonrasında ortaya çıkar. Bu bozuklukta genetik yatkınlık tanımlanmıştır.
Dissosiyatif kimlik bozukluğu geçmişte “çoğul kişilik bozukluğu” olarak adlandırılıyordu. Burada hastaların en az iki kimliği vardır ve birinden diğerine hızlı geçişler olabilir. Hasta başka bir kimliğinin veya kimliklerinin olduğunun ayrımın da olabilir veya olmayabilir. Değişik kimlikler; herhangi bir cinsiyet, yaş ve kişilik türünde yaşanabilir. Hastalar değişik kimliklerinin baskın olduğu zamanlar için yanıltılarının ve bellek yitimlerinin olduğunu bildirebilirler. Klinik olarak; dürtüsel yaşam tarzı, madde kötüye kullanımı, somatik (bedensel) belirtiler, toplumdan uzaklaşma, çocuksu davranışları içeren bir örüntüde gözlenir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).
Dissosiyatif kimlik bozukluğu, dissosiyatif bozuklukların en ağır ve kronik olanıdır. Erken yaşta gelişen bozukluğun sonlanımı daha kötüdür.
Tedavide psikodinamik psikoterapi bu bozukluk için en etkin yaklaşımdır. Eşlik eden belirtilerin tedavisinde ilaç tedavisi önerilmektedir
DİSSOSİYATİF FÜG
Hastalar duygusal açıdan acı veren yaşantılarından psikolojik olarak uzaklaşma isteği içindedirler. Çok az görülen bir durum olup genellikle zorlayıcı etkenler ile ortaya çıkar.
Füg durumunda olan hastalar genellikle evlerinden uzakta saatlerce, günlerce başı boş gezinebilirler. Füg esnasında acayip ya da olağandışı birtakım davranışlar sergileyebilirler. Bu dönemde kimlik yitimi yaşanabilir.
Füg dönemleri genellikle kısa sürelidir. Kısa süreli ilaç tedavisi ve bazı destekleyici psikoterapiler ile izlem önerilmektedir.