DEPERSONALİZASYON BOZUKLUĞU

Depersonalizasyon bozukluğu olan hastalar; bedenleri, düşünceleri, duyguları ve davranışları gibi benliklerinin değişik yönlerinden sanki kopmuş gibi bir duygu içinde olurlar. Depersonalizasyon belirtisi, patolojik olmayan, gelip geçici bir olgu olarak ortaya çıkabilir. Çoğu kez de depresyon, anksiyete ve şizofreninin bir belirtisidir.

Bazı sistemik bedensel hastalıklar, beyin tümörleri, epilepsi, madde kötüye kullanımı da depersonalizasyon belirtilerine neden olabilir.

Başlangıcı daha çok 15-30 yaşlarında olur, belirtiler aniden oluşur.  Bazı hastalarda kronik gidiş ve dönemsel alevlenmeler görülür. Özgül bir tedavi yaklaşımı yoktur. Eşlik eden psikiyatrik hastalılar gereğine göre tedavi edilmelidir.

DİSSOSİYATİF FÜG

Hastalar duygusal açıdan acı veren yaşantılarından psikolojik olarak uzaklaşma isteği içindedirler. Çok az görülen bir durum olup genellikle zorlayıcı etkenler ile ortaya çıkar.

Füg durumunda olan hastalar genellikle evlerinden uzakta saatlerce, günlerce başı boş gezinebilirler. Füg esnasında acayip ya da olağandışı birtakım davranışlar sergileyebilirler. Bu dönemde kimlik yitimi yaşanabilir.

Füg dönemleri genellikle kısa sürelidir. Kısa süreli ilaç tedavisi ve bazı destekleyici psikoterapiler ile izlem önerilmektedir.

DİSSOSİYATİF AMNEZİ

Amnezi en sık görülen belirti olup daha sıklıkla kız ergenlerde ve genç erişkinlerde görülür. Dissosiyatif amnezi genellikle birden başlar ve hasta bellek yitiminin ayrımındadır. Doğal afet, şiddet görme, kaza, sömürü gibi kişiye güçlük veren olaylar karşısında yaşanabilir.

Unutulan zaman dilimine karşılık gelmek üzere değişik dissosiyatif amnezi türleri vardır. Sınırlı (lokalize) amnezi en sık görülen türüdür, saatler ya da günler süren özel bir zaman dilimi için bellek yitirilmiştir. Yaygın amnezide yaşam boyu edinilen bellek anımsanmaz (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Dissosiyatif amnezinin belirtileri genellikle birden başlar, birden sonlanır. Klinik bulgulara sıklıkla depresyon ve anksiyete bozukluğu eşlik eder. Hastada bazen yinelemeler olabilir. İlaç tedavisi ve tam düzelmenin sağlanması için psikoterapi ile izlem önerilmektedir.

DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

Dissosiasyon bütünlük içerisinde olan bilinç, bellek, kimlik ya da çevreyi algılama işlevlerinde kopma olması şeklinde tanımlanır. Dissosiasyon kişinin düşünce, duygu ya da davranışlarında görülen basit dalgınlık, unutma ve hayal kurma hallerinden başlayarak dissosiyatif kimlik bozukluğuna dek uzanan bir spektrumda yer alır.

Dissosiyatif bozukluklar nadir görülmesine rağmen dissosiyatif yaşantılara günlük yaşantımızda sık rastlanmaktadır. Kişiler dissosiyasyonu; kişilik özellikleri şeklinde, travma ve strese karşı bir savunma mekanizması şeklinde veya klinik ruhsal bozukluklarda, patolojik belirtiler ve sendrom olarak üç farklı şekilde yaşayabilirler (M. Altıntaş, T. Klinikleri, Psikiyatri Dergisi).

Başka bir tanımla dissosiasyon (çözülme- ayrıştırma); egoya zor ve katlanılamaz gelen düşünce ve duyguların, bağlı oldukları olay ve yaşantılardan koparak bilinç alanından uzaklaştırılması, bunların zaman zaman ayrı bir şekilde faaliyete geçmesi için özerkleşmeleri ve egoyu etkileme durumudur. Amaç egoyu rahatsız eden çatışma ve bunaltıları yatıştırmaktır.

Bir başka şekilde dissosiasyon; acı veren bir an, olumsuz düşünce veya duygularla baş edebilmek için kişisel kimlik duygusunun değişmesi veya bunaltı yaratıcı durumdan uzaklaşma amacıyla bilinç durumunun değiştirilmesi veya kişinin duyarlılığının ayrışması durumudur.

Tanımların çeşitliliğinden de anlaşıldığı gibi “Dissosiasyon”; bilinç, algı, bellek, kimlik ve affektte (duygudurum) bozulmaların eşlik ettiği heterojen bir durumdur. Dissosiasyonun altında yatan nörobiyolojik temel henüz yeterince anlaşılamamış olsa da eşlik ettiği hastalıklarla ilgili nörogörüntüleme çalışmaları beyindeki değişimlerle ilgili değerli bilgiler sunmaktadır (H. Gül, Ö. Öner, T. Klinikleri, Psikiyatri Dergisi).

Dissosiasyon genellikle bir travma (örselenme) sonucu ortaya çıkar. Bazen kişinin yaşadığı olay sırasında da birden ortaya çıkabilir. Geleneksel olarak bir savunma düzeneği olarak görülüyorsa da bugün için biyolojik dayanakları da bulunmuştur.

Dört dissosiyatif bozukluk vardır; Dissosiyatif Amnezi, Dissosiyatif Füg, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu, Depersonalizasyon Bozukluğu. Bu bozukluklar klinik olarak; kimlik bozukluğu, bellek bozukluğu, algı bozukluğu (depersonalizasyon ve derealizasyon) özellikleri ile belirlidir.

AĞRI BOZUKLUĞU

Genellikle 30-50 yaşları arasında, kadınlarda daha sık görülen bir tablo olup; ağrı (özellikle bel ağrısı) en sık tıbbi yardım arayışına neden olan bir durumdur. Bu bozukluğun bilinçdışı çatışmaların dışavurumu olduğu düşünülmektedir. Ağrının hiç geçmemesi ve ağrı kesici ilaçlara yanıt vermemesi, ruhsal etkenlerin varlığını düşündürmektedir. Biyolojik olarak özellikle endorfin eksikliği üzerinde durulmaktadır (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Ağrı vücudun herhangi bir bölümünden kaynaklanabilir, tıbbi bir durumla tam olarak açıklanamaz. Psikolojik etkenler de sıklıkla eşlik eder ancak hastalar genellikle olayın ruhsal boyutunu yadsımaktadır. Tıbbi ya da cerrahi bir yöntemle tedavi görme konusunda ısrarcı olurlar.

Ağrı bozukluğu genellikle birden başlar. Sonlanımı değişkendir ve altta yatan ruhsal etkenlere bağlıdır. Bazı olgularda süreğen işlevsellik kaybı ile sonuçlanabilir. Ağrı kesiciler pek etkin olmaz. Tedavide psikoterapi ve bazı antidepresan ilaçların kullanımı yararlı olur.

BEDEN DİSMORFİK BOZUKLUĞU

Daha çok 15-25 yaşları arasında başlayan, kadınlarda daha sık görülen bir ruhsal bozukluktur. Güzellik ve estetik kavramına ilişkin kültürel değerler bu bozukluğun gelişiminde büyük rol oynar. Hastaların ailelerinde sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (takıntı zorlantı bozukluğu) ve depresyon bulunmaktadır. Bu bozukluğun fizyopatolojisinde serotonin dengesizliğine dair bildirimler de vardır.

Vücut Dismorfik Bozukluğu olan hastalar, “sanal” bir vücut kusurlarıyla ya da var olan bir vücut kusurlarını aşırı abartma ile uğraşıp dururlar. En sık algılanan kusurlar yüz yapısı ile ilgili olanlardır. Zamanla kusur yüklenen vücut bölgeleri değişebilir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı). Hastalığın süreğen (kronik) seyreden, depreşip yatışan bir gidişi vardır.

Sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk ve depresyon bu bozukluğa sıklıkla eşlik edebilir. Tedavi sürecinde kozmetik amaçlı cerrahi uygulamaların yeri yoktur. Psikoterapi ve ilaç tedavisi önerilmektedir.

KONVERSİYON BOZUKLUĞU

Görülme sıklığı toplumdan topluma göre değişen, kadınlarda ve düşük sosyoekonomik düzeyde daha sık görülen bir ruhsal bozukluktur.  Psikoanalitik kuram; konversiyon bozukluğunu, bastırılmış intrapsişik çatışmaların bir sonucu olarak tanımlar. Bilinçdışı çatışmaların yarattığı kaygı, biyolojik bazı etkenlerin de eşliğiyle bedensel belirtilere dönüşmektedir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı 2011).

En sık görülen nörolojik belirtiler; paralizi (kısmi kas kuvvetinde kayıp), körlük ve konuşmamadır (mutizm). Bitkinlik, denge bozukluğu, yalancı katılmalar (psödokonvülsiyonlar) gözlenen belirtilerdendir. Hasta yaşadığı belirtilere karşı bir “aldırmazlık” içinde olabilir.  Birkaç gün içinde düzelme olabilse de hastaların %25’in de özellikle ruhsal zorlanmalar karşısında yinelemeler olur.

Bilişsel davranışçı psikoterapi, psikoanalitik psikoterapi ile eşlik edebilen ruhsal bozukluklar (anksiyete bozukluğu, depresyon vs.) varlığında ilaç tedavisi önerilmektedir.

HERKESİN ÖNÜNDE KONUŞMA KORKUSU

Yaşamdaki sosyal ve mesleki faaliyetlerde başarılı olmak ve doyum alabilmek için dinleyenler ne kadar kalabalık olursa olsun, herkesin önünde veya bir toplantıda kendini etkili ve açıkça ifade etmek önemlidir.

Meşhur birçok sanatçı, iş adamı düşünüldüğünün aksine bu endişeyi yoğun olarak yaşarlar. Sözgelimi sahne korkusu olan aktörlere korku duygularını heyecan ve beklentiye dönüştürmeleri öğretilir. En önemli faktör, kişinin yapamadıkları ve endişe duydukları şeyler yüzünden kendisini aşağılamamasıdır. Sunuma güç katacak bazı noktalar şunlardır (The Go Ask Alice Book of Answers);

  1. Dinleyicilerin anlamasını, esin almasını istediğiniz birkaç mesaj ve başlık bulun.
  2. Konuşmanızı basit tutun; unutmayın onlar sizin kadar o konuda bilgili ve yetkin olmayabilirler.
  3. İlgi uyandırmak ve merak uyandırmak için konuşmanızın harcına öyküler, anılar vs. katın.
  4. “Materyal”inizin bazı kısımlarını arkadaşlarınız üzerinde deneyin.
  5. Sunuşunuzu bir aynanın veya arkadaşınızın önünde prova edin.
  6. Konuşmanın çerçevesini belirtin; “onlara ne anlatacağınızı söyleyin, bunları anlatın, ne anlatmış olduğunuzu özetleyin”.
  7. Dinleyen kişileri tanımak, sunuşunuzla ilgili hedeflerini ve deneyimlerini öğrenmek önemlidir.
  8. Dinleyenlerle aynı hizada göz teması kurun.
  9. Gerekli olduğunu düşündüğünüzden biraz daha yüksek sesle konuşun (uzakta duran kişiye ulaşmak).
  10. Zaman zaman yavaşlayın, gülümseyin ve nefes alın.
  11. Sorular ve cevaplara zaman ayırın.

Bu konuda aşırı endişe ve korku kişiyi aşırı derecede etkileyerek, klinik olarak bazı yakınma ve belirtilere yol açabilmektedir. Böyle durumların varlığında profesyonel yardım uygundur. Aynı zamanda eşlik eden ruhsal bir bozukluk varsa psikoterapi ve gereğinde ilaç tedavisi uygun olacaktır.

ELEM, KEDER VE KAYIPLA BAŞETME

Bazen bir yakınımızın, dostumuzun kederli (hastalık, ölüm vs.) durumlarında nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Yapılması gereken en önemli unsur “onunla her zaman her konuda konuşmaya” istekli olduğunuzu göstermektir. Böylece kendini hazır hissettiğinde size güvenebileceğini bilecektir. Yapabileceğiniz bir başka şey, arkadaşınıza onun yaşadığı durumla ilgili kendi duygularınızdan söz etmektir. Onun dostu olmayı sürdürün, ne denli uzaklaşır gibi görünse de onu terk etmeyin.

Kendi kayıplarımızda yaşam dönüşsüz bir biçimde değişmiştir. Böyle bir dönemde kendinize yakın hissettiğiniz insanları aramanız ve onlarla konuşmanız önemlidir. İnsanlar size nasıl yardımcı olabileceklerini bilemiyor, sizin onları aramanızı bekliyor olabilirler. Birini seçip, özel bir şey yapmasını isteyebilirsiniz (sizi dinlemek, yürüyüşe, kafeye gitmek vs.). Bazen öylece suskun oturmak, birlikte farklı kitaplar okumak, egzersiz yapmak işe yarayabilir (The Go Ask Alice Book of Answers).

Kayıpla ilgili güçlü, boğucu duyguların zaman içinde azalacağını anımsamak önemlidir. Yaraları sarmada doğanın yavaş ancak emin işleyen sürecine zaman tanınmalıdır. Rutin egzersizler, meşguliyetler uygulanmalıdır. Tepkisel ilişkilerden, büyük kararlardan ve alışkanlık yapıcı her türlü şeyden uzak durulmalıdır.

Keder ve matemin herhangi bir sihirli reçetesi yoktur. Her insan bunu kendi tarzında yaşar. Önceden belirlenmiş bir matem dönemi (süresi) yoktur. Ancak çok uzayan; kişinin sosyal ve mesleksel işlevselliğini bozan, iştah-uyku gibi bedensel dengelerini bozan, derin umutsuzluk ve intihar düşüncelerinin geliştiği olgularda kişinin bir klinisyen tarafından muayene edilmesi gereğinde psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi alması uygun olacaktır.

AİLE İÇİ KRONİK HASTALIKLARIN VARLIĞI

Aile fertlerinden birinde yaşamı tehdit eden veya kronik seyreden bir hastalık teşhis (AIDS, şiddetli koroner hastalık, kanser, şizofreni vs.) edilmesi, hasta ve diğer bireylerde çeşitli duygusal dalgalanmalara yol açabilir. Bu dalgalanmalar hasta ve aile fertleri arasında ilişki düzenini değiştirebilir. Hasta bireye gösterilen ilginin artması, diğer aile fertlerinin kendilerine ayıracakları zamanın azalması sıklıkla görülen bir durumdur.  Belirsiz olan hastalık süreci ile ölüm ihtimalinin yanı sıra çaresizlikten kaynaklanan bir gerilimde sıklıkla yaşanmaktadır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Sağlıklı aile fertleri hastalık yüzünden endişe, öfke ve kırgınlık hissedebilmektedir. Oluşabilecek sosyal izolasyon, maddi sıkıntının yanı sıra tedavi yöntemleri ile ilgili düşünce farklılıkları da zorlayıcı olabilmektedir.

Bu sorunları ele alınmasında hastalık süreci içerisinde ne tür gelişmelerin olabileceğine dair bilgilendirme önceliklidir. Hastalığa çok fazla ya da çok az müdahil olmak gibi ölçülü bir sınır tayin edememenin durumu zorlaştıracağı unutulmamalıdır. Hastalık sürecinde ortaya çıkabilecek beklenen veya beklenmeyen sıkıntılara, kötü gidişe ve ani ölüme karşı baş etme stratejileri geliştirilmelidir.