AKILLI TELEFON BAĞIMLILIĞI

Günümüzde bilgisayar, internet, cep telefonu ve son olarak da akıllı telefonlar günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline gelmiştir. Bu cihazlar günlük yaşamımıza birçok kolaylık getirmesinin yanı sıra kişilerarası ilişkiler, fiziksel ve ruhsal sağlık, genel işlevsellik üzerine etki ederek birçok olumsuz sonuca neden olabilmektedir. Akıllı telefonların insanları “her an”, her yerde”, “herkes ile” hareket halinde olsa bile iletişim halinde olmalarını sağlaması, vazgeçilmez nesneler olmalarına neden olmaktadır.

Günlük yaşam ve kişiler arası ilişkilerdeki işlevselliğin etkilenmesi, yineleyici davranış bozukluklarının; “bağımlılık” kavramı açısından değerlendirilmesini gerektirmektedir (S. Nurmedov; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Davranışsal bağımlılıkların temelinde yineleyici davranışlar yer almaktadır. Bireylere haz veren davranışlar, yinelendikçe zamanla “alışkanlık” durumuna gelir. Kişi kendisini iyi hissettiren bir duyguyu yaşamak için bu davranışını yineler. Davranışları kontrol etmekte güçlük, davranışın engellenmesiyle gerginlik gibi bulguların ortaya çıkması belirgindir. Sürekli olarak kullanılan akıllı telefonlar, onsuz “kaybolmuş” olacağını düşündürecek kadar hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelirler.

Bir araştırmada problemli mobil telefon kullanımını belirleyen faktörler olarak; genç yaş, kendisi ile ilgili olumsuz düşüncelere sahip olma, özgüven ve öz yeterliliğin eksikliği, aşırı dışavurum veya içe kapanıklık, dürtüsellik ve heyecan arama davranışı tanımlanmıştır ( A.Bianchi, JG Phillips).

“Nomofobi” İngilizce “no mobile” ve “phobia” kelimelerinden türetilmiştir. Cep telefonundan mahrum kalma ve/veya cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan korkma olarak tanımlanır. Nomofobi nispeten yeni tanımlanan bir olgudur (İngiltere 2008). Giderek yaygınlaşması konunun önemini artırmaktadır. Halen tanımlama ve belirtilerini belirleme çalışmaları devam etmektedir. Kişinin telefonunu asla kapatmaması, obsesif bir biçimde cep telefonunun yanında olup olmadığını kontrol etmesi dikkat çekicidir. Telefonu kaybetme endişesi, cep telefonu ile uyumak, büyük harcamaları ve ödemeleri cep telefonundan yapmak, insanlarla yüz yüze görüşmek yerine sanal ortamda iletişim kurmayı tercih etmek belirgin belirtilerdendir. Kişinin sağlığı ve günlük yaşamı olumsuz etkilenmektedir.

Önerilen tedavi yöntemleri genelde psikoterapi ve bir takım ilaç kombinasyonları şeklindedir.  Bilişsel davranışçı psikoterapi etkin bir yöntem olarak önerilmektedir. Bu bozukluk genellikle tedaviye ilk başvuru nedeni değildir. Birçok ruhsal hastalıklara eşlik ederek, ciddi psikososyal sorunlara neden olabilmektedir.

DEPRESYONDA BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ

Bilişsel kuramın depresyonda düşünce bozukluğunun temel sorun olduğu varsayımına dayalı olarak geliştirilen bilişsel terapi hastanın hatalı bilişleri ve bunları besleyen davranışlarını değiştirmeye dönüktür.  Bu programa alınan hastalarda 10-20 seans civarında süren tedavi sonrası akut dönemde antidepresan tedaviye eşdeğer etki elde edilmesinin yanı sıra yinelemeleri önleme açısından da olumlu sonuçlar elde edilmiştir.

Depresyonun bilişsel terapisi sırasıyla; depresyonla ilgili bilgilendirme, depresyonun bilişsel davranışçı modelinin hastayla paylaşılması, davranış duygu ilişkisinin ele alınması, davranış değişimi ve etkinleştirilmesi, hastanın olumsuz bilişlerinin saptanması ve dönüştürülmesi, yaşam sorunlarına karşı sorun çözme tekniklerinin kullanılması ve yinelemeyi önleyici tekniklerin uygulanmasından oluşur (M.H.Türkçapar; Türk Psikiyatri Derneği, Depresyon Sağaltım Kılavuzu).

Bilişsel davranışçı terapi hemen her yaş grubundan hastanın depresyon tedavisinde etkili bulunmuştur. Depresyonun bilişsel terapisi depresyonun klinik özelliklerine uygun biçimde geliştirilmiştir. Olumlu sonuçlar ancak bu terapiyi uygulamayı bilen terapistlerle elde edilebilir. Buna ek olarak KLİNİSYENİN KLİNİK DEPRESYONU İYİ BİLMESİ, AYIRICI TANIYI İYİ YAPARAK GEREKİRSE İLAÇ TEDAVİSİ UYGULAMASI, İNTİHARI TANIMASI VE ÖNLEYEBİLECEK STRATEJİLERİ BİLMESİ gerekir.

Tedavinin ilk aşamasında ve depresyonu ağır olan hastalarda öncelikle davranışçı teknikler kullanılır. Duygudurum bir parça düzeldikten sonra bilişsel tekniklere geçilir. Depresif hastanın edilgen tutumunu aşmak için terapist aktif ve motivasyonu artırmaya yönelik bir tutum içindedir.

APA’nın (Amerikan Psikiyatri Birliği) önerisine göre depresyon tedavisinde özgül olarak etkinliği gösterilmiş olan psikoterapiler, hafif ve orta şiddetli depresyonda tek başına veya ilaç tedavisiyle birlikte önerilmektedir. Belirgin psikososyal zorlanmalar, iç çatışmalar, kişilerarası güçlükler veya zorlayıcı kişilik özellikleri psikoterapi seçeneğini ön plana çıkarır. Ayrıca orta veya şiddetli depresyonda belirgin şekilde psikososyal zorlanmalar, kişilerarası sorunlar, kişilik sorunları ve tedaviye uyum sorunu varsa ilaç tedavisiyle psikoterapinin birlikte uygulanması önerilmektedir. Yine tek tedavi biçimine (ilaç veya terapi) geçmişte yeterli cevap vermediği bilinen hastalarda kombine tedavi önerilmektedir.

APA tedavi önerisine göre; psikoterapi uygulanan hastalarda 4-8 hafta sonra yapılan klinik görüşmelerde en azından orta derecede bir düzelme görülmezse tanı, durumu zorlaştıran etkenler ve tedavi planı tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer o güne kadar yapılan psikoterapiye hiç yanıt yoksa ya ilaç tedavisi eklenmeli ya da psikoterapi kesilip ilaç tedavisine geçilmelidir. Eğer kısmi yanıt varsa psikoterapinin yoğunluğunun artırılması veya ilaç tedavisi eklenmesi gibi seçenekler klinisyen tarafından gözden geçirilir.

Depresyon için ilaç kullanılacaksa, depresyona yol açabilecek tıbbi durumları (anemi, vitamin B12 eksikliği, hipotiroidi vs.), tedaviyi güçleştirebilecek durumları (böbrek yetmezliği vs.) ya da tedaviye yanıt alınmasını güçleştirebilecek durumları (folat eksikliği vs.) dışlamak için gerekli tetkik ve değerlendirmelerin yapılması gereklidir (E. Köroğlu, HOPE,2015).

 

MADDE TARAMASI

Tedavi sürecinde madde kullanılıp kullanılmadığının saptanması açısından önem taşır.

YASAL gerekçelerle böyle bir tarama yapılabilir.

Madde taraması genellikle gelişigüzel bir idrar örneğinde yapılır. Hastanın hazırlanması için özel bir durum gerekmez.

Madde taramalarında genellikle kapsanan maddeler; kenevir türevleri (esrar, marihuana), kokai, opiyatlar, amfetaminler, barbitüratlar, benzodiazepinler ve fensiklidindir (PCP). Genel madde taraması yerine, her biri için ayıca bir ölçüm istenebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Amfetaminler, kokain ve opiyatlar için idrarda madde taraması, son 2-3 gün içindeki kullanımı gösterir.

Kenevir türevlerinin uzun süreli kullanılmasından sonra, idrarda madde taraması ile son birkaç hafta içindeki kullanım saptanabilir.

Saç örneği, son 2-3 ay içindeki kullanımı gösterir.

 

MADDE KULLANIMINDA TEDAVİNİN HEDEFLERİ

Tedavinin hedefleri şunlardır;

.. Alkol ya da madde kullanan kişinin kullandığı maddeyi tamamen bırakmasını ya da azaltmasını sağlamak

.. Bu kişinin ruhsal ve fiziksel yönden düzelmesini sağlamak

.. Kişinin sosyal yönden düzelmesini, ekonomik açıdan avantajlı duruma gelmesini sağlamak

.. Herhangi bir madde kullanmadan yaşamanın tadını hissetmesini sağlamak

.. Alkol ve madde kullanımı ile ortaya çıkan yasal olmayan etkinliklerden uzaklaşmasını sağlamak

.. Kendisine ve topluma zarar veren davranışların azalmasını sağlamak (Ögel K.)

Tedavide birinci adım, kişinin alkol/maddeyi bırakmak istemesidir. Ancak unutulmamalıdır ki tedavi görenlerin bir kısmı, tedavi sonrasında, öncekine göre daha fazla kullanmaya başlayabilir. Tedaviye zorla başvuranlarda başarı şansı tedaviye hiç baş vurmayanlarla eşittir.  Tedavi sonrası alkol ya da madde kullanımını bırakanların kullanmaya yeniden başlama riski yüksektir. Kullanmaya yeniden başlanması durumunda hasta değişim için yüreklendirilmelidir.

Alkol ve madde kullanım düzeyine uygun tedavi yönteminin seçilmesinde en önemli kriterlerden birisi kişinin kullandığı maddeye bağımlı olup olmamasıdır. Kullanım düzeyi yüksek ve ağır düzeyde ise özelleşmiş tedavi yöntemlerine gereksinim vardır. “Tehlikeli kullanım” diyebileceğimiz orta ve düşük kullanım düzeylerinde “kontrollü içme” adını verdiğimiz, kullanımı azaltmak ya da sınırlandırmak işe yarayabilir. Kişinin durumuna göre tedavi stratejisi belirlenmelidir.

Bağımlıya yaklaşım bir süreçtir ve bu sürecin sonucunda hedef bırakmadır. Unutulmamalıdır ki madde kullanımının yol açtığı zararın azaltılmasına yönelik her çaba birey için önemli bir adımdır ve bırakma yolunda ilk basamağı oluşturur

ÇOCUĞUNUZUN MADDE KULLANIMINDAN ŞÜPHELENİYORSANIZ

Çocuğunuzu onun dikkatini çekmeden izleyin. İzleme esnasında maddelerle ilgili bilgileri öğrenin. Kendinizi hazır hissettiğiniz zaman konuşma yapmak için hazırlıklı olun.

Konuşmanız için uygun bir ortam yaratın. Madde kullanımıyla ilgili duygu ve düşüncelerinizi onunla paylaşın, suçlamayın. İnkar edebilir, bu normaldir. O zaman üstüne gitmeyin, izlemeye devam edin. Bir süre sonra tekrar konuşmayı deneyin. Kabul edip sizinle konuşana kadar onu bunaltmadan izleyin ve uygun olan anlarda konuşma zemini hazırlayın (Prof. Dr. Kültekin Ögel). Ancak unutmayalım ki uyuşturucu kullandığının öğrenildiği an hem çok zor bir andır, hem de bir başlangıç noktasıdır.

DEMANS TEDAVİSİNDE İLAÇ KULLANMADA ÖNEMLİ BAŞLIKLAR

Demans tedavisinde öncelikli amaç, vitamin eksikliği, hipotiroidizm ya da konjestif kalp yetmezliği gibi, geriye dönebilir ve tedavi edilebilir, altta yatan bir neden varsa onu bulmak ve tedavi etmektir.

Depresyon, yaşlılarda demans belirtilerine yol açabilir ve daha önce var olan bilişsel işlev bozukluklarını ağırlaştırabilir.

Bilişsel bozukluklarla depresyon bir arada görülüyorsa, öncelikle depresyonun tedavisi yapılmalıdır.

Demansların %50-70’i Alzheimer türü demansdır. Tedavide öncelikli olarak kolinesteraz inhibitörü ilaçlar (donopezil, rivastigmin, galantamin) kullanılır. Bu ilaçlar, hastaların yaklaşık dörtte birinde bilişsel işlevlerde önemli ölçüde bir düzelme sağlarlar. İlaçların yararları 6-12 hafta geçmeden görülmeyebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Demans tedavisinde kullanılan ilaçlardan birine yanıt alınamaması, bir diğerine de yanıt alınamayacağını göstermez. Rivastigminin transdermal (cilt üzerine bant şeklinde) tedavi sistemi de vardır.

Kolinesteraz inhibitörü ilaçların başlıca yan etkileri; bulantı, kusma, ishal, kabızlık ve anoreksiyadır. Yan etkiler kullanım ile bir süre sonra azalabilir.

Memantin, orta ve ağır derecede Alzheimer türü demans tedavisinde kullanılır. Donepezil grubu ile birlikte kullanıldığında ek birtakım yararlar sağlar.

Memantinin en sık görülen yan etkileri; konfüzyon, ajitasyon, uykusuzluk, baş dönmesi ve baş ağrısıdır.

Demanslı hastalarda psikoz (paranoya, sanrılar ve varsanılar), ajitasyon, aşırı hareketlilik, inhibisyonun ortadan kalkması oldukça sık olarak görülür. Bu gibi durumlarda antipsikotik ilaçlar, etkin olan en düşük dozda başlanabilir. Hangi ilacın kullanılacağı kararı, ilaçların yan etkileri ve hastanın özelliklerine göre verilir.

DEMANS

Günlük yaşamda sıklıkla “bunama” olarak kullanılan demans, kişide zihinsel yeteneklerde bozulma ve bunun sonucu olarak da kişinin günlük yaşam aktivitelerinde ortaya çıkan sorunlarla karakterizedir. Kişilerde düşünme, bilgileri saklama, problem çözme, konuşma, algılama, hesaplama ve yargılama gibi bilişsel yeteneklerde yetersizlikler gelişebilir.

Demans sıklığı ileri yaşla beraber artmaktadır. Ancak bu durum normal yaşlanmanın bir özelliği değildir. Normal yaşlanma belirtileri 65 yaşından sonra başlar ve 80’li yaşlarda tam olarak belirginleşir. 65 yaş üzerindeki kişilerin %5’inde demans belirtileri izlenir. Yaşla birlikte bu oran artar.

Demans belirtileri ile giden onlarca hastalık tanımlanmakla beraber özellikle 65 yaş üzerindeki hastalarda demans karşımıza en sık ALZHEİMER HASTALIĞI şeklinde çıkar. Alzheimer hastalığı, sinsi başlayan ve ilerleyici nörodejeneratif bir beyin hastalığıdır. Alzheimer hastalığında temel klinik tablo; bilişsel, davranışsal ve işlevsel semptomları kapsamaktadır. Bellek kaybı erken ve kaçınılmazdır. Hasta ve yakını tarafından bildirilen, en az 6 aydır mevcut olan ilerleyici bellek bozukluğu vardır. Karakteristik olarak, yakın anılar uzak anılardan önce kaybolur. Yeni bellek oluşturulamamaktadır. Hasta ya da yakını aynı soru ve konuların tekrarlanması, özel eşyanın kaybedilmesi, randevuların unutulmasından yakınmaktadır. Bazı mekanlarda yön bulma güçlüğü, kaybolma yaşanabilir. Dil sorunları, kelime bulma güçlüğü, nesneleri tanımada güçlük bazen de beceriksizlik -sakarlık gözlenir. Hesap yeteneği azalabilir. Zihinsel esneklik azalmaktadır.  Hastaların günlük yaşamdaki işlevsellikleri giderek azalır.

Demans günlük yaşam aktiviteleri göz önüne alınarak 3 evreye ayrılabilir; hafif, orta ve ağır demans. Orta demans evresine ulaşıldığında, hasta ev dışındaki bağımsızlığını büyük oranda yitirmiştir. Evdeki işlevsellik son derece yüzeyleşmiştir. Okuma yazma ve anlamada güçlükler mevcuttur. Ağır demans evresinde; giyinmek, yıkanmak, yemek yeme gibi temel yaşam aktivitelerinde tam bir gözetim gerekmektedir. Kelime hazinesi oldukça gerilemiştir. İdrar kaçırma giderek belirginleşir.

Davranışsal belirtiler; huzursuzluk, ajitasyon, sabırsızlık, sürekli istekte bulunma, sözel ya da fiziksel şiddet uygulama, uygunsuz davranışlar, bağırma, eşya biriktirme şeklinde olabilir.

Psikolojik belirtiler; anksiyete (kaygı artışı), apati, depresyon, negativist tutum, halüsinasyonlar, sanrısal düşünceler, misidentifikasyon sendromu bulguları (kendini yanlış tanımlama gibi) olabilmektedir.

Demansa bağlı davranışsal ve psikolojik belirtiler hem hastanın hem de bakım verenin yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Depresyon Alzheimer hastalığı için bir risk faktörüdür. Depresyon demansla karışabilir. Orta ve ağır demanslarda sanrı ve halüsinasyon gibi çeşitli psikotik belirtiler görülebilir. Halüsinasyonlar sanrılardan biraz daha az görülür. Paranoid tablo gelişebilir. Bireyler de kişilik değişiklikleri sık görülür. Bireyler daha endişeli, korku dolu olabilir. Duygusal dalgalanmalar sıktır.

Alzheimer hastalığı için esas olan klinik tanıdır. Esas tanı otopside nöropatolojik bulguların saptanması ile mümkün olmaktadır. Evrelendirmede kullanılan birçok ölçek ve değerlendirme aracı bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanları Klinik Demans Evrelendirme Ölçeği (CDR) ve Global Yıkım Ölçeği’dir (GDS). (MMDD) Mini Mental Durum Değerlendirmesi Testi, bilişsel bozukluk taramasında en sık kullanılan testtir. MMDD aynı hastanın uzunlamasına değerlendirilmesinde yararlıdır.

Yüksek eğitim düzeyinin Alzheimer hastalığının daha geç belirti vermesine neden olduğu bilinmektedir. Bu sonuç kognitif rezerv ya da beyin rezervi hipotezi ile açıklanmaktadır.

Alzheimer hastalığında sağ kalım süresi değişken olup, kişiye göre cinsiyet, hastalığın başlangıç yaşı ve eş tanılara bağlı olarak farklılık gösterir.

HAFİF KOGNİTİF BOZUKLUK; yaşlanmaya bağlı bellek bozukluğu ile erken evre demans arasındaki semptom yelpazesinde yer alır. 65 yaş üzerinde sıklığı %17 kadardır. En sık karşılaşılan başlangıç belirtisi unutkanlıktır.  Genel bilişsel işlevselliği ve günlük yaşam etkinliklerini sürdürme yeteneği olağan sınırlardadır.

VASKÜLER DEMANS; ikinci en sık demans nedenidir. Tipik bir vasküler demans için, inme gibi vasküler olay çevresinde akut başlangıç, yine ayırdedilebilir bir vasküler olaya kadar bir ölçüde düzelmeyle birlikte durağan bir dönem ardından giderek derinleşen bilişsel yıkım öyküsü esastır. Fokal nörobiyolojik işaretler (hemiparezi, duyu kaybı, görme alanı kaybı gibi) bulunmaktadır.

Demans (nörobilişsel bozukluk) belirtileri gösteren bütün hastalarda bazı laboratuvar incelemeleri yaptırılmalıdır; TSH, Vit B12, Folat, tam kan sayımı, elektrolitler ve yapısal beyin görüntüleme (Manyetik rezonans görüntüleme ya da bilgisayarlı beyin tomografisi). Hastadan alınan öykü ve muayene bulgularına göre diğer tetkikler de istenebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

 

 

 

YAŞLILIK ÇAĞI DEPRESYONLARI

Ülkemiz ve dünyada yaşlı nüfusun belirgin biçimde artışı, bu yaş grubunda görülen psikiyatrik bozukluklara ayrı önem katar. Depresyon yaşlılarda sık görülen, ancak gençlerdekinden farklı biçimde kendini gösteren bir psikiyatrik sorundur. Sıklığı %2 ile %10 arasında değişmektedir. Gençlerde majör depresif bozukluk sık görülürken, yaşlılarda diğer depresif bozukluklar (distimik bozukluk, minör depresyon ve eşik altı depresyon) daha sık görülmektedir.

Yaşlıda tanı koymak daha güçtür. Depresif belirtiler sendromal düzeye varmasa da işlev bozukluğuna neden olabilmektedir. Çökkün duygudurum görülmemesi sıktır, belirtiler daha çok bilişsel ve somatik (bedensel) alana odaklanmaktadır. Unutkanlık, dikkat dağınıklığı ve zihinsel yavaşlama sık görülür. Yaşlıda ilaç tedavisine yanıt gençlere oranla daha uzun sürede ortaya çıkmaktadır.

KUMAR OYNAMA BOZUKLUĞU

Kumar oynama daha yüksek değerde bir kazanç sağlama umuduyla başka bir şeyi riske atma eylemini tanımlar. Bu risk ve belirsizlik içeren bir eylemdir. Kumar oynama bozukluğu; işlevsellikte bozulmaya neden olacak şekilde ve sürekli bir biçimde kumar oynama davranışını ifade eder. Bu durum hem kumar oynayan kişiyi, hem ailesini hem de toplumu olumsuz etkiler.

Kumar oynayan herkeste “kumar oynama bozukluğu”nun gelişmeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı kişiler sorunsuz bir şekilde sosyal bir eylem olarak kumar oynarlar. Bu kişilerde kumar oynama üzerinde kontrol kaybı yoktur. Literatürde kumarla ilgili diğer bir tanımlama da “problemli kumar oynama”dır. Bu tanım kumar oynamanın artık sosyal sınırları aştığı ve kumar oynayan kişinin hayatında sorun yaratmaya başladığını gösterir.

“Kumar oynama bozukluğu” oranının, kumar oynayan yetişkinler içinde %5 olduğu bildirilmiştir. Bu oranın gençlerde ve psikiyatrik hastalığı olanlarda daha yüksek olduğu öne sürülmektedir. Genelde erkeklerde ergenlik döneminde kadınlarda ise daha geç yaşlarda başlamaktadır. Kadınlardaki geç başlangıca rağmen ilerleme daha hızlı olmaktadır. Son yıllarda internette kumar oynamada yaygınlaşmaktadır.

Kronik bir hastalık olmasına ve yarattığı ciddi problemlere rağmen tedavi arayış oranı çok düşüktür. Çoğu zaman hastalar diğer ruhsal sıkıntılar ya da tıbbi problemler nedeniyle yardım arayışına girerler.

İNTİHAR DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARI

 

Bireysel, ailesel ve toplumsal düzeydeki olumsuz etkileri ve ne kadar çok kişiyi etkilediği göz önüne alındığında intihar bir halk sağlığı sorunudur ve önlenebilir. İntihar davranışı için risk etmenlerinin belirlenmesi risk altındaki kişi ve grupların saptanmasına yardım edecek, değiştirilebilir ve tedavi edilebilir etmenlere müdahale edilmesini sağlayacak ve intiharın önlenmesine yardımcı olacaktır. İntihar riskini artıran etmenler; bireysel, ilişkisel, yaşam ve çevreyle ilgili olanlar, toplumsal etmenler ve sağlık sistemi ile ilgili etmenler olarak değerlendirilmektedir.

İntihar davranışı için risk etmenleri yakın ya da uzak, değiştirilebilir veya değiştirilemez nitelikte olabilir. İntiharı önleme çalışmalarında amaç bireysel, ailesel ve sosyal düzeyde koruyucu etmenlerin güçlendirilip, değiştirilebilir risk etmenlerinin azaltılmasıdır.

Ülkesel ve bölgesel değişiklikler olsa da genel olarak ergenler ve ileri yaştakilerde intihar riski yüksektir.

Ergenlerin yaşadığı hızlı psikolojik, biyolojik ve sosyolojik değişiklikler onları çevresel streslere daha duyarlı hale getirmektedir. Bu dönemde bireyselleşme isteğinin de artması ile ergenin aile, okul ve diğer sosyal destek sistemlerinden aldığı destek azalmaktadır. Yaşlılarda genel bedensel düşkünlük, eşlik eden hastalıkların fazla olması, yaşam için neden hissetmeme gibi etmenler intihar düşüncelerini artırmaktadır.

Psikiyatrik sorunları olan kişilerde hem intihar davranışı hem de kendini yaralama davranışı riski genel topluma göre daha fazladır. İntihar eden kişinin %90’ında psikiyatrik bir hastalık bulunmaktadır.

İntihar düşüncesi olan bir kişinin zaman kaybetmeden kendisine yakın bir kişi, okul danışmanı, telefonda intihar hattı ile görüşmesi uygun olacaktır. Alacağı bir yardım, bir danışmanın yerinde muhakemesi ve ilgisiyle, belki de ilaç tedavisiyle var olan ümitsizlik duyguları tersine dönebilmektedir.