İNTERNET BAĞIMLILIĞI

Özellikle ergenler ve genç erişkinlerde internet kullanımı; akademik, eğlence, sosyalleşme ve bunun gibi amaçlar için çok yaygındır. Davranışsal bağımlılık olarak kabul edilen internet bağımlılığı; kişinin internet kullanım üzerindeki kontrolünü kaybetmesi veya aşırı internet kullanımı olarak tanımlanabilir.

İnternet bağımlılığı dürtü kontrol bozukluğu ve davranışsal bağımlılık özelliklerinin birlikte görüldüğü bir klinik fenomendir. İnsanların hoş olmayan düşünce ve stres yaratan durumlardan kaçmak amacıyla interneti yoğun kullandıkları bilinmektedir.  En basit tanımı ile; internet kullanımının kişinin denetiminden çıkması, internette aşırı zaman geçirme, internete bağlanamadığında sinirlilik, kaygı, çökkünlük gibi belirtilerin gözlenmesi mevcuttur. Okul başarısında azalma, sosyal ve mesleki yaşamın olumsuz etkilenmesi gibi sonuçlar sıklıkla yaşanır.

İnternet bağımlılığı kavramı yerine zaman zaman “patolojik internet kullanımı”, “problemli internet kullanımı” veya “kompulsif internet kullanımı” gibi kavramlar da kullanılmaktadır.

İnternet bağımlılığı her yaşta ve cinsiyette görülmesine rağmen diğer bağımlılıklara göre daha erken yaşlarda başlamaktadır. Erkeklerde kızlara oranla daha sıktır. İnternet, insanların gerçek kimliklerini saklayabildikleri, farklı biri gibi davranabildikleri ve gerçek dışı ikinci bir yaşam yarattıkları bir sanal dünya sunmaktadır (E. Dalbudak; Türkiye Psi. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Aşırı ve işlevsiz internet kullanımı çeşitli psikiyatrik sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Ayrıca internet bağımlılığına ek psikiyatrik tanıların varlığı da sıklıkla tanımlanmaktadır. En sık; “dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu”, ”depresyon” ve “anksiyete bozuklukları”na internet bağımlılığı belirtileri eşlik  etmektedir.

Tedavide psikofarmakoloji ve/veya psikoterapiler (Özellikle Bilişsel Davranışçı Psikoterapi) uygulanmaktadır.

İNTİHAR DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARI

 

Bireysel, ailesel ve toplumsal düzeydeki olumsuz etkileri ve ne kadar çok kişiyi etkilediği göz önüne alındığında intihar bir halk sağlığı sorunudur ve önlenebilir. İntihar davranışı için risk etmenlerinin belirlenmesi risk altındaki kişi ve grupların saptanmasına yardım edecek, değiştirilebilir ve tedavi edilebilir etmenlere müdahale edilmesini sağlayacak ve intiharın önlenmesine yardımcı olacaktır. İntihar riskini artıran etmenler; bireysel, ilişkisel, yaşam ve çevreyle ilgili olanlar, toplumsal etmenler ve sağlık sistemi ile ilgili etmenler olarak değerlendirilmektedir.

İntihar davranışı için risk etmenleri yakın ya da uzak, değiştirilebilir veya değiştirilemez nitelikte olabilir. İntiharı önleme çalışmalarında amaç bireysel, ailesel ve sosyal düzeyde koruyucu etmenlerin güçlendirilip, değiştirilebilir risk etmenlerinin azaltılmasıdır.

Ülkesel ve bölgesel değişiklikler olsa da genel olarak ergenler ve ileri yaştakilerde intihar riski yüksektir.

Ergenlerin yaşadığı hızlı psikolojik, biyolojik ve sosyolojik değişiklikler onları çevresel streslere daha duyarlı hale getirmektedir. Bu dönemde bireyselleşme isteğinin de artması ile ergenin aile, okul ve diğer sosyal destek sistemlerinden aldığı destek azalmaktadır. Yaşlılarda genel bedensel düşkünlük, eşlik eden hastalıkların fazla olması, yaşam için neden hissetmeme gibi etmenler intihar düşüncelerini artırmaktadır.

Psikiyatrik sorunları olan kişilerde hem intihar davranışı hem de kendini yaralama davranışı riski genel topluma göre daha fazladır. İntihar eden kişinin %90’ında psikiyatrik bir hastalık bulunmaktadır.

İntihar düşüncesi olan bir kişinin zaman kaybetmeden kendisine yakın bir kişi, okul danışmanı, telefonda intihar hattı ile görüşmesi uygun olacaktır. Alacağı bir yardım, bir danışmanın yerinde muhakemesi ve ilgisiyle, belki de ilaç tedavisiyle var olan ümitsizlik duyguları tersine dönebilmektedir.

UYKU BOZUKLUKLARI

Uykusuzluk yaygın görülen bir yakınmadır. Bazen zorlayıcı bir yaşam olayı ile birlikte kısa süreli olarak, bazen tıbbi veya ruhsal bir bozuklukla beraber, bazen de özgün bir uyku bozukluğunun bir belirtisi olarak görülebilir. Bazı insanlar için süreğen bir durum haline gelebilir.

Uykusuzluk genel olarak uykuya başlamada güçlük, yeterli zaman ve fırsat olmasına rağmen uykunun süresinde ve kalitesinde yetersizlik ve gün içine yansıyan olumsuz sonuçları ile tanımlanır. Ayrıca gece uyanık geçen süredeki artma ve yetersiz uyku miktarı ile ilgili endişelerde ön planda olabilir.

Kısa süreli uyku bozukluğu genel toplumda %30-50 oranında yaygınlık gösterirken, kronik uykusuzluk yaklaşık olarak %10-15 yaygınlıkta gözlenir. Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla uykusuzluk bozukluğu görülür. Yaşla uykusuzluk yakınması artar. Kronik uykusuzluk bozukluğunun tıbbi ya da psikiyatrik bozukluklar ile eş zamanlı bulunma oranları yüksektir. Depresif bozukluğu olan hastaların yaklaşık %80’ninde, bir anksiyete bozukluğuna sahip olanların ise yaklaşık %90‘ında uykusuzluk belirtileri eşlik etmektedir.