ALKOL BAĞIMLILIĞININ AİLE İÇİ ETKİLERİ

Ailede bir ya da birden fazla kişinin aşırı alkol tüketmesi; iş, okul ve aile hayatında problemlerin, sağlık açısından risklerin göz ardı edilmesine dolayısıyla giderek belirginleşen mesleki, sosyal veya yasal sorunlara yol açmaktadır.  Alkol ile ilgili sözlü ya da fiziksel istismar aile üyeleri arasında ciddi çatışmalara yol açabilmektedir.

Aile üyeleri arasında iletişim ve etkileşim büyük ölçüde azalır. Üyeler arasında ortak bağ azalır. Aile üyeleri arasındaki sosyal yabancılaşma; madde bağımlısı aile bireyinin diğer yabancı kullanıcılar ile sosyalleşmesi sonucunda meydana gelmektedir (F. M. Dattilio, A. E. Jongsma).

Ailede gelişen yapısal ve duygusal eksiklik sonucunda çocuklar davranışlarını dışa vurarak eyleme dönüştürürler (inhibisyon kaybı) ya da aşırı utangaç olurlar. Bu çocukların “öğrenme modeli” ile ileride alkol kullanıcıları olma olasılığı artmaktadır.

Maddi ve sosyal sorunlar giderek artabilir, aile bireylerinde utanç ve aşağılanma hissi derinleşir.

Aile üyeleri; alkol kullanan bireyin alkolden uzak durması gerektiğini bilmeli ve kurtarma programı içinde önleyici olmalıdır.

Alkol bağımlısı kişilerin aileleri, aile üzerinde ileride yaşanacak olumsuz etkilerden kaçınarak başarılı bir şekilde, alkol tüketim sıklığı ve miktarında sürekli ve kalıcı bir düşüş sağlamalıdırlar. Ailede; gelişmiş iletişim, sorun çözme, ayrıca pozitif aile reaksiyonu sağlanmalıdır. Alkol bağımlıları uzun süre ayık olmayı pekiştirmeye yarayacak başa çıkma stratejileri geliştirmelidir.

MADDE KULLANIMINDA TEDAVİNİN HEDEFLERİ

Tedavinin hedefleri şunlardır;

.. Alkol ya da madde kullanan kişinin kullandığı maddeyi tamamen bırakmasını ya da azaltmasını sağlamak

.. Bu kişinin ruhsal ve fiziksel yönden düzelmesini sağlamak

.. Kişinin sosyal yönden düzelmesini, ekonomik açıdan avantajlı duruma gelmesini sağlamak

.. Herhangi bir madde kullanmadan yaşamanın tadını hissetmesini sağlamak

.. Alkol ve madde kullanımı ile ortaya çıkan yasal olmayan etkinliklerden uzaklaşmasını sağlamak

.. Kendisine ve topluma zarar veren davranışların azalmasını sağlamak (Ögel K.)

Tedavide birinci adım, kişinin alkol/maddeyi bırakmak istemesidir. Ancak unutulmamalıdır ki tedavi görenlerin bir kısmı, tedavi sonrasında, öncekine göre daha fazla kullanmaya başlayabilir. Tedaviye zorla başvuranlarda başarı şansı tedaviye hiç baş vurmayanlarla eşittir.  Tedavi sonrası alkol ya da madde kullanımını bırakanların kullanmaya yeniden başlama riski yüksektir. Kullanmaya yeniden başlanması durumunda hasta değişim için yüreklendirilmelidir.

Alkol ve madde kullanım düzeyine uygun tedavi yönteminin seçilmesinde en önemli kriterlerden birisi kişinin kullandığı maddeye bağımlı olup olmamasıdır. Kullanım düzeyi yüksek ve ağır düzeyde ise özelleşmiş tedavi yöntemlerine gereksinim vardır. “Tehlikeli kullanım” diyebileceğimiz orta ve düşük kullanım düzeylerinde “kontrollü içme” adını verdiğimiz, kullanımı azaltmak ya da sınırlandırmak işe yarayabilir. Kişinin durumuna göre tedavi stratejisi belirlenmelidir.

Bağımlıya yaklaşım bir süreçtir ve bu sürecin sonucunda hedef bırakmadır. Unutulmamalıdır ki madde kullanımının yol açtığı zararın azaltılmasına yönelik her çaba birey için önemli bir adımdır ve bırakma yolunda ilk basamağı oluşturur

ÇOCUĞUNUZUN MADDE KULLANIMINDAN ŞÜPHELENİYORSANIZ

Çocuğunuzu onun dikkatini çekmeden izleyin. İzleme esnasında maddelerle ilgili bilgileri öğrenin. Kendinizi hazır hissettiğiniz zaman konuşma yapmak için hazırlıklı olun.

Konuşmanız için uygun bir ortam yaratın. Madde kullanımıyla ilgili duygu ve düşüncelerinizi onunla paylaşın, suçlamayın. İnkar edebilir, bu normaldir. O zaman üstüne gitmeyin, izlemeye devam edin. Bir süre sonra tekrar konuşmayı deneyin. Kabul edip sizinle konuşana kadar onu bunaltmadan izleyin ve uygun olan anlarda konuşma zemini hazırlayın (Prof. Dr. Kültekin Ögel). Ancak unutmayalım ki uyuşturucu kullandığının öğrenildiği an hem çok zor bir andır, hem de bir başlangıç noktasıdır.

BAĞIMLILIK TEDAVİSİNDE ÖNEMLİ BAŞLIKLAR

Bağımlılık tedavisi olan bir hastalık olup yoğun alkol ve madde kullanan kişiler tedavi olabilirler. Tedavi sadece kişinin maddeyi bırakmasını değil sosyal yaşamına geri dönmesini ve yaşamını sağlıklı biçimde sürdürebilmesini de içerir. Bu ise maddesiz yaşam tarzının hedeflenmesi ve uygulanmasıyla mümkün olmaktadır. Kişinin tedavi olma motivasyonu ve tedaviye uyumu bu noktada çok önemlidir.

Bağımlılık düzelme ve tekrarlarla seyreden bir hastalıktır. Hastalığın doğasında tekrarlar vardır.

Bağımlılıkta hedef iyileşmeden öte düzelmedir. Tedavinin ana hedefi kişinin kullandığı maddeyi bırakmasıdır. Ancak bu hedefe her zaman ulaşılamayabilir. Bu durumda hedef kişinin kendisine ve çevresine verdiği zararı en aza indirmesidir. Zararı azaltmanın en önemli yolu kişinin kullandığı maddeyi azaltmasıdır.  Kullanmaya devam ederken, kısa sürelerde bile kullanıma ara vermesi, kişinin gördüğü zararı azaltacaktır (Prof. Dr. K. Ögel).

Tedavide birinci koşul; istekli ve kararlı olmaktır. Zorla tedavinin başarı şansı düşüktür.

Bağımlılıkta tedavi uzun sürer. Kişinin 6 ay madde kullanmaması “kısmi düzelme” olarak adlandırılır. Bu nedenle aralıklı olsa da tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi gereklidir. Asıl olarak tedavi en az bir yıl devam etmelidir.

Sadece kullanılan madde değil tüm maddeler bırakılmalıdır. Bağımlılık bir yaşam biçimi olup kişi aynı yaşamsal alışkanlıklara devam ederse, kendini geliştirmezse kullandığı maddeyi bırakması bir işe yaramayacaktır.

Ailenin de tedaviye katılımı şarttır. Yakınlarının bu süreç içinde bağımlı kadar bilgilenmesi ve gerekirse değişmesi şarttır. Çevrenin değişmesi, maddenin tetikleyici unsurlarını azaltmaktadır.

Kullanıcı, maddeyi bırakma sürecinde bazı olumsuz yaşantıları göze almalıdır (çekilme belirtileri, alışkanlıklar vs.).

Bağımlılıkta tedavinin aşamaları vardır, kişi iyileşmek için bu aşamaları geçmek zorundadır. Kullanılan ilaçların yararı sınırlı olup çoğunluğu, doğrudan bırakmaya yönelik değildir. İlaçlar tedavinin olmazsa olmazıdır ancak her şeyi değildir. İlaçlar konusunda beklentiler doğru biçimde ortaya konulmalıdır.

Tedavi türü (ayaktan veya yatarak) kişiden kişiye değişir. Tedavi süreci hastaneden sonra da devam etmelidir. Tedavinin temel ilkelerine ve kurallarına uymak, bir anlamda kendini teslim etmek önemlidir.

ALKOL KULLANIM BOZUKLUĞU

Alkol, kötüye kullanım ve bağımlılığa en sık yol açan maddedir. Tolerans ve yoksunluk gelişmişse, madde kötüye kullanımının madde bağımlılığına dönüştüğünden söz edilebilir.

Tolerans, aynı etkiyi sağlamak için artan miktarlarda madde kullanmaya gereksinim duyma olarak tanımlanır. Yoksunluk, kullanılan maddenin tamamen kesilmesi veya miktarının azaltılmasından sonra bedensel ve ruhsal belirtilerin ortaya çıkmasıdır (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Alkol (ve diğer maddelerin) kötüye kullanımı aşağıdakilerden en az birinin bulunması ile belirlidir;

  • Madde kullanımı işyerinde, okulda ya da evde başlıca yükümlülüklerin yerine getirilmesinde yetersizliklere yol açar.
  • Tehlike doğurabilecek durumlarda (örneğin araba kullanma) yineleyerek kullanılır.
  • Madde kullanımı ile ilişkili olarak yineleyen yasal sorunlar olur.
  • Ruhsal, tıbbi ve kişiler arası sorunlara yol açmasına karşın madde kullanımı sürdürülür.

Madde bağımlılığı, madde kötüye kullanımı tanısının üzerinde onun yerine geçer ve aşağıdakilerden en az üçünün bulunması ile belirlidir:

  • Tolerans
  • Yoksunluk
  • İstem dışı aşırı kullanma
  • Kullanımı denetim alma çabalarının sürekli olarak başarısızlıkla sonuçlanması
  • Söz konusu maddeyi elde etmek için çok zaman harcanması
  • Madde kullanımının bir sonucu olarak toplumsal, mesleki etkinlikler ya da boş zaman etkinliklerinin azalması
  • Zararlı etkileri bilinmesine karşı madde kullanımın sürdürülmesi

Alkol en sık kullanılan madde olup, toplumda kadınlarda %5, erkeklerde %10 oranında alkol bağımlılığının tanı ölçütlerinin karşılandığı düşünülmektedir.

Alkol kötüye kullanımında genetik ve psikososyal etkenler söz konusudur. Klinik bulgu olarak palmar eritem (avuç içlerinde simetrik kızarıklık), akne rozasea, yağlı karaciğer, eritrosit hacminde büyüme olabilir. İleri dönemde karaciğer sirozuna bağlı bulgular gözlenir.

DEMANS TEDAVİSİNDE İLAÇ KULLANMADA ÖNEMLİ BAŞLIKLAR

Demans tedavisinde öncelikli amaç, vitamin eksikliği, hipotiroidizm ya da konjestif kalp yetmezliği gibi, geriye dönebilir ve tedavi edilebilir, altta yatan bir neden varsa onu bulmak ve tedavi etmektir.

Depresyon, yaşlılarda demans belirtilerine yol açabilir ve daha önce var olan bilişsel işlev bozukluklarını ağırlaştırabilir.

Bilişsel bozukluklarla depresyon bir arada görülüyorsa, öncelikle depresyonun tedavisi yapılmalıdır.

Demansların %50-70’i Alzheimer türü demansdır. Tedavide öncelikli olarak kolinesteraz inhibitörü ilaçlar (donopezil, rivastigmin, galantamin) kullanılır. Bu ilaçlar, hastaların yaklaşık dörtte birinde bilişsel işlevlerde önemli ölçüde bir düzelme sağlarlar. İlaçların yararları 6-12 hafta geçmeden görülmeyebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Demans tedavisinde kullanılan ilaçlardan birine yanıt alınamaması, bir diğerine de yanıt alınamayacağını göstermez. Rivastigminin transdermal (cilt üzerine bant şeklinde) tedavi sistemi de vardır.

Kolinesteraz inhibitörü ilaçların başlıca yan etkileri; bulantı, kusma, ishal, kabızlık ve anoreksiyadır. Yan etkiler kullanım ile bir süre sonra azalabilir.

Memantin, orta ve ağır derecede Alzheimer türü demans tedavisinde kullanılır. Donepezil grubu ile birlikte kullanıldığında ek birtakım yararlar sağlar.

Memantinin en sık görülen yan etkileri; konfüzyon, ajitasyon, uykusuzluk, baş dönmesi ve baş ağrısıdır.

Demanslı hastalarda psikoz (paranoya, sanrılar ve varsanılar), ajitasyon, aşırı hareketlilik, inhibisyonun ortadan kalkması oldukça sık olarak görülür. Bu gibi durumlarda antipsikotik ilaçlar, etkin olan en düşük dozda başlanabilir. Hangi ilacın kullanılacağı kararı, ilaçların yan etkileri ve hastanın özelliklerine göre verilir.

DEMANS

Günlük yaşamda sıklıkla “bunama” olarak kullanılan demans, kişide zihinsel yeteneklerde bozulma ve bunun sonucu olarak da kişinin günlük yaşam aktivitelerinde ortaya çıkan sorunlarla karakterizedir. Kişilerde düşünme, bilgileri saklama, problem çözme, konuşma, algılama, hesaplama ve yargılama gibi bilişsel yeteneklerde yetersizlikler gelişebilir.

Demans sıklığı ileri yaşla beraber artmaktadır. Ancak bu durum normal yaşlanmanın bir özelliği değildir. Normal yaşlanma belirtileri 65 yaşından sonra başlar ve 80’li yaşlarda tam olarak belirginleşir. 65 yaş üzerindeki kişilerin %5’inde demans belirtileri izlenir. Yaşla birlikte bu oran artar.

Demans belirtileri ile giden onlarca hastalık tanımlanmakla beraber özellikle 65 yaş üzerindeki hastalarda demans karşımıza en sık ALZHEİMER HASTALIĞI şeklinde çıkar. Alzheimer hastalığı, sinsi başlayan ve ilerleyici nörodejeneratif bir beyin hastalığıdır. Alzheimer hastalığında temel klinik tablo; bilişsel, davranışsal ve işlevsel semptomları kapsamaktadır. Bellek kaybı erken ve kaçınılmazdır. Hasta ve yakını tarafından bildirilen, en az 6 aydır mevcut olan ilerleyici bellek bozukluğu vardır. Karakteristik olarak, yakın anılar uzak anılardan önce kaybolur. Yeni bellek oluşturulamamaktadır. Hasta ya da yakını aynı soru ve konuların tekrarlanması, özel eşyanın kaybedilmesi, randevuların unutulmasından yakınmaktadır. Bazı mekanlarda yön bulma güçlüğü, kaybolma yaşanabilir. Dil sorunları, kelime bulma güçlüğü, nesneleri tanımada güçlük bazen de beceriksizlik -sakarlık gözlenir. Hesap yeteneği azalabilir. Zihinsel esneklik azalmaktadır.  Hastaların günlük yaşamdaki işlevsellikleri giderek azalır.

Demans günlük yaşam aktiviteleri göz önüne alınarak 3 evreye ayrılabilir; hafif, orta ve ağır demans. Orta demans evresine ulaşıldığında, hasta ev dışındaki bağımsızlığını büyük oranda yitirmiştir. Evdeki işlevsellik son derece yüzeyleşmiştir. Okuma yazma ve anlamada güçlükler mevcuttur. Ağır demans evresinde; giyinmek, yıkanmak, yemek yeme gibi temel yaşam aktivitelerinde tam bir gözetim gerekmektedir. Kelime hazinesi oldukça gerilemiştir. İdrar kaçırma giderek belirginleşir.

Davranışsal belirtiler; huzursuzluk, ajitasyon, sabırsızlık, sürekli istekte bulunma, sözel ya da fiziksel şiddet uygulama, uygunsuz davranışlar, bağırma, eşya biriktirme şeklinde olabilir.

Psikolojik belirtiler; anksiyete (kaygı artışı), apati, depresyon, negativist tutum, halüsinasyonlar, sanrısal düşünceler, misidentifikasyon sendromu bulguları (kendini yanlış tanımlama gibi) olabilmektedir.

Demansa bağlı davranışsal ve psikolojik belirtiler hem hastanın hem de bakım verenin yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Depresyon Alzheimer hastalığı için bir risk faktörüdür. Depresyon demansla karışabilir. Orta ve ağır demanslarda sanrı ve halüsinasyon gibi çeşitli psikotik belirtiler görülebilir. Halüsinasyonlar sanrılardan biraz daha az görülür. Paranoid tablo gelişebilir. Bireyler de kişilik değişiklikleri sık görülür. Bireyler daha endişeli, korku dolu olabilir. Duygusal dalgalanmalar sıktır.

Alzheimer hastalığı için esas olan klinik tanıdır. Esas tanı otopside nöropatolojik bulguların saptanması ile mümkün olmaktadır. Evrelendirmede kullanılan birçok ölçek ve değerlendirme aracı bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanları Klinik Demans Evrelendirme Ölçeği (CDR) ve Global Yıkım Ölçeği’dir (GDS). (MMDD) Mini Mental Durum Değerlendirmesi Testi, bilişsel bozukluk taramasında en sık kullanılan testtir. MMDD aynı hastanın uzunlamasına değerlendirilmesinde yararlıdır.

Yüksek eğitim düzeyinin Alzheimer hastalığının daha geç belirti vermesine neden olduğu bilinmektedir. Bu sonuç kognitif rezerv ya da beyin rezervi hipotezi ile açıklanmaktadır.

Alzheimer hastalığında sağ kalım süresi değişken olup, kişiye göre cinsiyet, hastalığın başlangıç yaşı ve eş tanılara bağlı olarak farklılık gösterir.

HAFİF KOGNİTİF BOZUKLUK; yaşlanmaya bağlı bellek bozukluğu ile erken evre demans arasındaki semptom yelpazesinde yer alır. 65 yaş üzerinde sıklığı %17 kadardır. En sık karşılaşılan başlangıç belirtisi unutkanlıktır.  Genel bilişsel işlevselliği ve günlük yaşam etkinliklerini sürdürme yeteneği olağan sınırlardadır.

VASKÜLER DEMANS; ikinci en sık demans nedenidir. Tipik bir vasküler demans için, inme gibi vasküler olay çevresinde akut başlangıç, yine ayırdedilebilir bir vasküler olaya kadar bir ölçüde düzelmeyle birlikte durağan bir dönem ardından giderek derinleşen bilişsel yıkım öyküsü esastır. Fokal nörobiyolojik işaretler (hemiparezi, duyu kaybı, görme alanı kaybı gibi) bulunmaktadır.

Demans (nörobilişsel bozukluk) belirtileri gösteren bütün hastalarda bazı laboratuvar incelemeleri yaptırılmalıdır; TSH, Vit B12, Folat, tam kan sayımı, elektrolitler ve yapısal beyin görüntüleme (Manyetik rezonans görüntüleme ya da bilgisayarlı beyin tomografisi). Hastadan alınan öykü ve muayene bulgularına göre diğer tetkikler de istenebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

 

 

 

YAŞLILIK ÇAĞI DEPRESYONLARI

Ülkemiz ve dünyada yaşlı nüfusun belirgin biçimde artışı, bu yaş grubunda görülen psikiyatrik bozukluklara ayrı önem katar. Depresyon yaşlılarda sık görülen, ancak gençlerdekinden farklı biçimde kendini gösteren bir psikiyatrik sorundur. Sıklığı %2 ile %10 arasında değişmektedir. Gençlerde majör depresif bozukluk sık görülürken, yaşlılarda diğer depresif bozukluklar (distimik bozukluk, minör depresyon ve eşik altı depresyon) daha sık görülmektedir.

Yaşlıda tanı koymak daha güçtür. Depresif belirtiler sendromal düzeye varmasa da işlev bozukluğuna neden olabilmektedir. Çökkün duygudurum görülmemesi sıktır, belirtiler daha çok bilişsel ve somatik (bedensel) alana odaklanmaktadır. Unutkanlık, dikkat dağınıklığı ve zihinsel yavaşlama sık görülür. Yaşlıda ilaç tedavisine yanıt gençlere oranla daha uzun sürede ortaya çıkmaktadır.

YAŞLILIK DÖNEMİ RUHSAL ZORLUKLARI

 

Yaşlanma bedensel ve sosyal yönleri ile kaçınılmaz olarak sorunları olan bir süreçtir. “Başarılı yaşlanma”, yaşlanma sürecinin kazanç ve kayıplarını dengeleyebilmektir. Yaşlılık döneminde fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarda azalmaya bağlı olarak bağımlılık artar. Toplumun kültürel değerlerinin ve geleneksel geniş aile yapısının değişmesi sonucu statü kaybı görülebilir, ekonomik güç azalabilir ve birtakım sosyal sorunlar gelişebilir.

Yaşlı ebeveyn ile yetişkin çocuklar arasında rollerin tersine dönmesi büyük bir potansiyel strestir. Eşin kaybı, ev kaybı, başka bir eve taşınma durumu da büyük stres faktörlerindendir.

Geriatri biliminde yaşlılık 3 devreye ayrılır: 1) 65-74 yaş; genç yaşlı 2) 75-84 yaş; orta yaşlı 3) 85 yaş üstü ileri yaşta yaşlı. Ancak yaşlanma kişilerde farklı hız ve şekillerde geliştiğinden bu sınıflandırmayı herkese uygulamak bazen pratikte mümkün olamamaktadır. Bu nedenle “65 yaş” yaşlılığın başlangıcı olarak sadece sayısal bir simgedir. Erikson’a göre yaşlılık çağı; benlik bütünlüğü ve çaresizlik arasındaki mücadele ile “bilgeliği” doğuran dönemdir.

Emeklilik yaşamın sürekliliğini ve ritmini bozarken, kişinin aile ve toplumdaki yerinin ve kimliğinin değişmesine yol açar. Otorite, saygınlık ve üretkenlikle beraber kaybedilen rolün yerinin doldurulamaması ve toplumsal etkinlik alanının, boş zaman dünyasına kayması kişiyi belirli bir yapısı olmayan “rolsüz bir rolü oynama” ya zorlar (E. Geçtan).

Emekliliğe verilen anlam kişiye göre değişir. Bazı kişiler, yıllarını belli amaç ve değerler için tükettikten sonra gelen bu dönemin “hak edilen bir dinlenme dönemi” olarak tadını çıkartmak isterler. Bu düşünce emekliliğe olumlu bir bakıştır. Kimliklerini sadece meslek pozisyonları ile özdeşleştiren, meslek dışı ilgi alanları olmayan kişilerde; kendini artık gereksiz, işlevsiz ve işe yaramaz hissetme gibi duygular ön planda olduğunda emekliliği “sonun başlangıcı” olarak yorumlarlar.

Yaşlılık dönemi kişinin sosyal ağının bütünlüğünü zorladığı için bu dönemde ailenin önemi artar. Ailenin işlevi, insanların güçlü duygularla birbirine bağlı olduğu özel bir birlik olmasıdır. Bu birliğin temellerinde; yaşlıların değişen normları kabul etmeleri, aile içindeki görevlerin paylaşılması, çocukların anne babaya karşı sorumluluk duyması, sağlıklı iletişimin devam etmesi ve eşler arasındaki ortak noktaların sürdürülmesidir. Aile üyelerinin birbirlerini ve sorunlarını algılama bozukluğu ve iletişim noksanlığı kronikleşmişse, yaşlı üye bu durumdan oldukça olumsuz etkilenebilir.

Huzurevine taşınma, yaşlıların çoğu için “aile dışına itilmiş olmak” ya da “dışlanmak” şeklinde algılanır. Kişi bildiği, alıştığı, kendini güvende ve özgür hissettiği, anıları ile beraber olduğu evindeki yaşamdan vazgeçmek durumunda kaldığı için yeni konumunu kabullenmekte güçlük çeker ve uyum sorunları yaşayabilir. Kişinin yaşayacağı yeri gidip görmesi, orada yaşayanlardan ayrıntılar hakkında bilgi alması gerilimi azaltabilir. Yaşlının önceki yaşamında mutlu olması, hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirmiş olması, sağlık durumunun iyi, zekasının yüksek olması ve sosyal alanda aktif olması uyumu kolaylaştırır.

Yaşlı bir insanın hastalanması halinde içinde bulunduğu destek sistemleri tedavi başarısı açısından büyük önem taşımaktadır. Hastanın ait olduğu sosyal gruplar, arkadaşlar, dinsel inançlar ve kültürel özellikler önemlidir. Aile tüm bu destek sisteminin hastaya en yakın konumunda yani merkezindedir.

KUMAR OYNAMA BOZUKLUĞU

Kumar oynama daha yüksek değerde bir kazanç sağlama umuduyla başka bir şeyi riske atma eylemini tanımlar. Bu risk ve belirsizlik içeren bir eylemdir. Kumar oynama bozukluğu; işlevsellikte bozulmaya neden olacak şekilde ve sürekli bir biçimde kumar oynama davranışını ifade eder. Bu durum hem kumar oynayan kişiyi, hem ailesini hem de toplumu olumsuz etkiler.

Kumar oynayan herkeste “kumar oynama bozukluğu”nun gelişmeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı kişiler sorunsuz bir şekilde sosyal bir eylem olarak kumar oynarlar. Bu kişilerde kumar oynama üzerinde kontrol kaybı yoktur. Literatürde kumarla ilgili diğer bir tanımlama da “problemli kumar oynama”dır. Bu tanım kumar oynamanın artık sosyal sınırları aştığı ve kumar oynayan kişinin hayatında sorun yaratmaya başladığını gösterir.

“Kumar oynama bozukluğu” oranının, kumar oynayan yetişkinler içinde %5 olduğu bildirilmiştir. Bu oranın gençlerde ve psikiyatrik hastalığı olanlarda daha yüksek olduğu öne sürülmektedir. Genelde erkeklerde ergenlik döneminde kadınlarda ise daha geç yaşlarda başlamaktadır. Kadınlardaki geç başlangıca rağmen ilerleme daha hızlı olmaktadır. Son yıllarda internette kumar oynamada yaygınlaşmaktadır.

Kronik bir hastalık olmasına ve yarattığı ciddi problemlere rağmen tedavi arayış oranı çok düşüktür. Çoğu zaman hastalar diğer ruhsal sıkıntılar ya da tıbbi problemler nedeniyle yardım arayışına girerler.