ERGEN EBEVEYN ÇATIŞMALARI

Ebeveynler ile ailenin genel işleyişine müdahale etmeye başlayan ergen çocuk arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Ebeveynler, ergen çocuğun rahatsız edici ve uygunsuz davranışları konusunda birbiri ile tartışmaktadır.

Aile fertleri, aile içi gerilimi artıran ergen çocuk merkezli çatışmalar konusunda alınganlık yaşamaktadır. Ebeveynler güç kaybettiklerini hissederken ergen çocuk ebeveynlerindeki bu zafiyetten kaynaklanan bir güç hissetmektedir ve ebeveynlerin müdahalesine izin vermeden kendi kurallarını koymaktadır. Ergen çocuk, madde kullanımı, cinsellik, okul performansında düşüş ve suç işleme eğilimli davranışlar sergileyebilmektedir (F. M. Dattilio, A.Jongsma).

Ebeveynlerin, alternatif ebeveynlik yöntemlerini denemesi, ev kuralları koyarak istikrarlı bir biçimde uygulaması önemlidir. Aile fertlerinin sık olarak toplantı yapmaları, diğer bireylerin düşüncelerine saygı duyması ve onlara karşı empati yapması önerilmektedir. Ebeveynlerin birbirlerine daha sık destek olmaları sağlanmalıdır. Gereğinde danışmanlık alınması önerilmektedir.

TOPLUMSAL TRAVMATİK OLAYLAR ARDINDAN GELİŞEN RUHSAL DURUMLAR

TRAVMATİK OLAYLAR ARDINDAN GELİŞEN RUHSAL DURUMLAR

Afet, en geniş anlamıyla normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak ya da kesintiye uğratarak, toplulukları olumsuz etkileyen; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olan doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylar şeklinde tanımlanmaktadır. Felaket ise “büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela” olarak tanımlanmıştır. Sosyal medya gibi kitle iletişim araçlarının günümüzdeki yaygınlığı, hem doğal afetlerden hem de insan eliyle gerçekleşmiş olan felaketlerden daha sık haberdar olmamıza neden olmaktadır.

Psikiyatrik tanılandırmada travma; ölüm tehdidi veya gerçek bir ölüm, kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayı olarak tanımlanmıştır. Başkalarının başına gelen olayı “doğrudan görme” kadar “tanıklık etme” ve “örseleyici olayları öğrenme de” önemlidir. Bu olaylar genellikle ani ve beklenmedik olup yoğun kaygı, korku, kaçınma oluşturmaktadır (A. E. Altınöz, C. Kaptanoğlu; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi). Travma sonrası gelişen olağan süreç; yanıt evresi, uyum evresi ve iyileşme olarak tanımlanmıştır. Uyum süresi aylar sürebilmektedir.

Kitlesel travmaya maruz kalan bireylerin büyük çoğunluğu, başa çıkabilmekte, önemli kısmı bazı psikolojik zorluklar yaşamakta ve yalnızca küçük bir kısmı psikiyatrik bir bozukluk geliştirmektedir.

Travmatik olayın doğası, etki büyüklüğü, süresi, birey için anlamı, bireyin önceki deneyimleri, kişiliği, sosyal desteği gibi değişkenler verilen ruhsal tepkiyi doğrudan etkilemektedir.

En sık gelişen psikopatoloji Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)’dur. Afete maruz kalmış insanlar; depresyon, uzamış yas, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, madde kullanımı için de artmış risk altındadır. Travmatik  deneyim sonrasındaki sosyal destek azlığı ve travma mağduruna olumsuz sosyal tepki;  travmanın kişi üzerindeki ruhsal etkilerini artırır.

Bazı olgularda travma sonrası “yaşamlarını yeniden inşa ederek umulmadık biçimde yeni bir farkındalık ve anlam düzeyine ulaşma” söz konusu olabilir. Bu değişiklik “travma sonrası büyüme “olarak tanımlanmıştır.

KRONİK YORGUNLUK SENDROMU

Yeni başlamış olan ya da başlangıç zamanı belirli olan ve nedeni açıklanamayan, sürekli ya da depreşen, dinlenme ile geçmeyen, işlevselliği de bozan, süreğen (kronik) bir yorgunluk durumu olarak tanımlanır (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Bu sendromu yaşayan kişilerde; bellek de azalma, odaklanma güçlüğü, eklem ve kas ağrıları, yineleyen boğaz ağrısı, yeni bir tarzda baş ağrısı çekme, dinlendirici olmayan bir uyku uyuma, enerjinin çabuk tükenmesi gibi belirtiler gözlenebilir.

Belirli birtakım durumlar bu tanıyı dışlar; tedavi edilmemiş uyku apnesi, hipotiroidizm, kanser, önemli bir ruhsal hastalık, madde kullanım bozukluğu ve ileri derecede şişmanlık.

Hastanın klinik öykü ve muayene bulgularına göre bazı tetkikler önerilmektedir; tam kan ve biyokimya tetkikleri, estradiol veya testosteron düzeyi, ekokardiyografi, polisomnografi, arteriyel kan gazları vs.

Bugün için kronik yorgunluk sendromuna artık tek bir enfeksiyon etkeninin neden olmadığı bilinmektedir. Ancak Epstein-Barr virüsü, Ross River virüsü, Coxiella Burnetti gibi kimi etkenlerin, kimi olgularda, hastalığın oluşumuna katkısı olabilir.

SAVSAKLAMA

Hepimiz günlük yaşamımızda bir şeyleri ertelemek zorunda kalırız. Erteleme, önceliklerimizi belirlemenin bir parçasıdır. Bazı ertelemeler gerekli olmanın ötesinde akıllıcadır. Örneğin daha fazla bilgi toplamak amacıyla bir projeyi ertelemeye karar verebiliriz. Şu an için en önemli şeyin ne olduğuna odaklanabiliriz.

Her savsaklama (procrastination) ertelemedir, fakat her erteleme savsaklama değildir. Savsaklama, hemen şimdi harekete geçebileceğimizi bilmemize rağmen, yapılması gereken bir işle veya faaliyetle istemli ve daha çok kasıtlı olarak ilgilenmemektir.

Savsaklama davranışı, yapılacak bir işin veya faaliyetin bile isteye ertelenmesidir. Kişi, bu ertelemenin kendisinin iş verimliliğini ve hatta söz konusu faaliyete veya bizzat kendisine dair duygularını olumsuz yönde etkileyeceğinin farkındadır. Savsaklamak, bilerek, isteyerek, boş yere ertelemektir (T.A. Pychyl).

Kişiler yapmaya niyetlendikleri fakat yapmak istemedikleri bir iş karşısında bazı olumsuz duygular yaşarlar. Kendilerini bezgin, güçsüz, kızgın, küskün, depresif, endişeli bazen de suçlu hissedebilirler. Burada bir şekilde “görevin iticiliği” söz konusudur. Ancak bu görevi yerine getirmek istemeseler de yapmak zorunda olabilirler. Bu durumda kendilerini iyi hissetmek için birtakım dürtülerine yönelik olarak, kısa vadede zevk ve heyecan veren davranışlara yönelirler. Kronik savsaklama da bu kilit noktadır.

Duygusal zeka, kişinin davranışlarına yön vermek üzere duygularını etkili bir şekilde tanımlama ve kullanma yeteneğidir. Duygusal zekayı geliştirmek mümkündür. Araştırmalar, kullanılmayan duygusal zeka ile savsaklama davranışının sıklığı arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir.

Kişiler gelecekte nasıl bir durumda olacağını, neler olabileceğini, o zaman kendisini nasıl hissedeceğinin üzerinde yeterince düşünmeden şu an kendisini nasıl hissettiğine ve mevcut durumuna odaklanmaktadır.

Yapılması gereken; bu duygusal durumun geçici olduğunu anımsamak ve sorumluluğunuz altındaki işe koyulmak için illa ki o işe motive olmak zorunda olmadığınız düşüncesini kabul etmektir. Değişim stratejisi uygulanması ve bu konuda destek alınması uygun olacaktır.

KİŞİLERARASI İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI

Yakın ilişkiler insan insana olan ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Başkaları ile samimi ilişkiler kurmak, bu ilişkileri sürdürme arzusu insani bir davranış örüntüsüdür.

Kişilerarası ilişkilerde bağımlılık; birisinin kendisi dışındaki insanlara ve şeylere güvenecek kadar kendi kimliğini küçümsemesi, kendini ihmali ve takıntılı alışkanlıklar, bağımlılıklar, benliğine yabancılaşmaya yol açan hastalıklar ve utanç duygusu ile yansıtılan sahte benlik yapısının ortaya çıkmasıdır. İnsan ilişkilerinde başarı ve başarısızlık, yaşam memnuniyetini ve fiziksel sağlığını etkileyen bir durumdur (Z. Yüncü, D. H. Atlam; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Aşk bağımlılığı, madde bağımlılığına benzeyen psikobiyolojik bir süreçtir. Sevgi nesneside, beyinde ödül sistemini aktive ederek maddenin yarattığı etkiye denk haz ve doyum etkisi yaratabilir.

Kişilerarası ilişkiler; bireyin ait olma ve sevgi gereksinimiyle, birlikte yaşayarak korku ve yalnızlığı azaltma, kimlik kazanma ve sosyal ihtiyaçları karşılanması amacıyla en az iki kişi arasında farklı yoğunlukta yaşanan karşılıklı duygusal, düşünsel etkileşim ve davranımlar olarak tanımlanabilir. Bağımlılık ilgi, onaylanma ve yardım arayışını içerir.

Bazen birey kendisi dışında herkesin güvenilir olduğuna inanır. İlişkilerde bağımlılık sorununu ağır yaşayanlar, kişilerarası iletişimde olumsuz ipuçlarına daha duyarlıdır. Şiddetli ve esnek olmayan bağımlılık, bireyin sosyal, mesleki ve romantik ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Bir ilişkide sadece eşlerden biri bağımlı olduğunda tek taraflı, bireylerin her ikisi de bağımlı olduğunda ise “karşılıklı bağımlılık” söz konusudur. Karşılıklı bağımlı eşler, ilişkiyi koruma yönünden eşit derecede güdülendiklerinden olumsuz duyguların yaşanması daha azdır.

İlişki/Aşk bağımlılığı; sağlıksız ilişkilerin peşinden sürüklenip gitmek, acı veren ilişkileri sonlandıramamak, partner yokluğunda acı çekip takıntılı bir şekilde ona ihtiyaç duymak, ilişkiyi hayatının merkezi haline getirmek gibi özellikleri yansıtır.

Kişinin diğer kişiye yüklediği anlam ve hayatını nasıl etkilediği önemlidir. Bağımlı bir ilişki, beklenmedik bir şekilde kötü bittiğinde madde yoksunluğu gibi etki yaratır.

Bu ilişkisel özellikler, birçok psikiyatrik eş tanıya neden olarak kişinin günlük işlevselliğini bozmaktadır. Psikiyatrik destek ve tedavilerde bu konunun önemi giderek artmaktadır.

AKILLI TELEFON BAĞIMLILIĞI

Günümüzde bilgisayar, internet, cep telefonu ve son olarak da akıllı telefonlar günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline gelmiştir. Bu cihazlar günlük yaşamımıza birçok kolaylık getirmesinin yanı sıra kişilerarası ilişkiler, fiziksel ve ruhsal sağlık, genel işlevsellik üzerine etki ederek birçok olumsuz sonuca neden olabilmektedir. Akıllı telefonların insanları “her an”, her yerde”, “herkes ile” hareket halinde olsa bile iletişim halinde olmalarını sağlaması, vazgeçilmez nesneler olmalarına neden olmaktadır.

Günlük yaşam ve kişiler arası ilişkilerdeki işlevselliğin etkilenmesi, yineleyici davranış bozukluklarının; “bağımlılık” kavramı açısından değerlendirilmesini gerektirmektedir (S. Nurmedov; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Davranışsal bağımlılıkların temelinde yineleyici davranışlar yer almaktadır. Bireylere haz veren davranışlar, yinelendikçe zamanla “alışkanlık” durumuna gelir. Kişi kendisini iyi hissettiren bir duyguyu yaşamak için bu davranışını yineler. Davranışları kontrol etmekte güçlük, davranışın engellenmesiyle gerginlik gibi bulguların ortaya çıkması belirgindir. Sürekli olarak kullanılan akıllı telefonlar, onsuz “kaybolmuş” olacağını düşündürecek kadar hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelirler.

Bir araştırmada problemli mobil telefon kullanımını belirleyen faktörler olarak; genç yaş, kendisi ile ilgili olumsuz düşüncelere sahip olma, özgüven ve öz yeterliliğin eksikliği, aşırı dışavurum veya içe kapanıklık, dürtüsellik ve heyecan arama davranışı tanımlanmıştır ( A.Bianchi, JG Phillips).

“Nomofobi” İngilizce “no mobile” ve “phobia” kelimelerinden türetilmiştir. Cep telefonundan mahrum kalma ve/veya cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan korkma olarak tanımlanır. Nomofobi nispeten yeni tanımlanan bir olgudur (İngiltere 2008). Giderek yaygınlaşması konunun önemini artırmaktadır. Halen tanımlama ve belirtilerini belirleme çalışmaları devam etmektedir. Kişinin telefonunu asla kapatmaması, obsesif bir biçimde cep telefonunun yanında olup olmadığını kontrol etmesi dikkat çekicidir. Telefonu kaybetme endişesi, cep telefonu ile uyumak, büyük harcamaları ve ödemeleri cep telefonundan yapmak, insanlarla yüz yüze görüşmek yerine sanal ortamda iletişim kurmayı tercih etmek belirgin belirtilerdendir. Kişinin sağlığı ve günlük yaşamı olumsuz etkilenmektedir.

Önerilen tedavi yöntemleri genelde psikoterapi ve bir takım ilaç kombinasyonları şeklindedir.  Bilişsel davranışçı psikoterapi etkin bir yöntem olarak önerilmektedir. Bu bozukluk genellikle tedaviye ilk başvuru nedeni değildir. Birçok ruhsal hastalıklara eşlik ederek, ciddi psikososyal sorunlara neden olabilmektedir.

ALIŞVERİŞ BAĞIMLILIĞI

Alışveriş bağımlılığı, normal alışveriş davranışının aşırı bir boyutu ve aşırı satın alma ile karakterize kişisel ve ailesel sorunlara yol açan, dürtüsel, tekrarlayıcı bir bozukluktur.

Alışveriş bağımlılığında en önemli özelliklerden birisi kişinin para harcarken sonuçlarını göz ardı ederek kendini kontrolden çıkmış hissediyor olması ve bu davranışını kontrol altına almayı başaramıyor olmasıdır (A.Deveci; Türk Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi). Zaman içerisinde; satın alma manisi, kompulsif alışveriş, dürtüsel satın alma, alışverişkoliklik gibi adlandırmalar da kullanılmıştır.

Bu bozukluğun “Obsesif kompulsif Bozukluklar” dan daha çok “Davranışsal ve Madde Bağımlılıkları” nın yeni bir tanısal başlığı olduğu görüşü hakimdir. 20’li yaşların başında başlayıp, 35-45 yaş arasında sıklığı yoğunlaşmaktadır. Her sosyoekonomik düzeydeki bireylerde görülebilir. Satın alınan eşyalar özellikle pahalı değildir ancak kontrollü harcamanın aşılması ön plandadır.

Alışveriş bağımlılığının psikodinamik ve gelişimsel, biyolojik, sosyal ve kültürel nedenlerinin olabileceği ve çok etmenli bir sürecin sonunda geliştiği düşünülmektedir. Bu tabloya depresyon gibi duygudurum bozuklukları, anksiyete boz., madde kullanım boz., yeme boz., kişilik sorunları gibi ruhsal patolojiler eşlik edebilir. Bu hastaların yaklaşık yarısında “kompulsif biriktirme” mevcuttur.

Tedaviye başvurmanın sağlanmasında olayın farkında olmak, karar vermek ve eyleme geçmek gerekir.  Yapılan araştırmalarda; ilaç tedavisinin yanı sıra çeşitli psikoterapilerin özellikle de bilişsel davranışçı psikoterapilerin tedavide yararlı olduğu bildirilmiştir. Burada temel amaç mevcut davranışı tamamen engellemek değil, davranış örüntüsünün normale döndürülmesidir.

 

FİZİKSEL HASTALIĞI OLANLARDA DEPRESYON

Bir başka tıbbi hastalığı olanlarda depresyon sık rastlanan ve hastanın yaşam kalitesini düşüren önemli etkenlerdendir. Örneğin depresyon sıklığı; Miyokard infarktüsünde %16-50, koroner arter hastalığında %18-23, İnmede %30-35, Diabetus mellitusda %11-27, kanserde %10-45, KOAH’da %20-35 kadardır. Fiziksel hastalık bulguları ile depresyon ya da sağlık kaybına bağlı duygusal tepkiler benzer klinik özellikler ve işlevsellikte azalma ortaya çıkarmaktadır.

Klinik depresyon saptanan hastalarda antidepresan kullanımına olgu bazında karar verilmelidir. Örneğin kalp hastalarında depresyon varlığı mortalite riskini arttırmaktadır. Ağır şiddetinde olan, intihar riski olan, sosyal destek sistemi zayıf olan ve öyküsünde psikiyatrik bozukluk bulguları olan olgularda antidepresanlar kullanılmalıdır. Tıbbi hastalığı olanlarda antidepresan tedaviye başlanırken kar/zarar oranı her hasta için ayrı değerlendirilmelidir.

DEPRESYONDA BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ

Bilişsel kuramın depresyonda düşünce bozukluğunun temel sorun olduğu varsayımına dayalı olarak geliştirilen bilişsel terapi hastanın hatalı bilişleri ve bunları besleyen davranışlarını değiştirmeye dönüktür.  Bu programa alınan hastalarda 10-20 seans civarında süren tedavi sonrası akut dönemde antidepresan tedaviye eşdeğer etki elde edilmesinin yanı sıra yinelemeleri önleme açısından da olumlu sonuçlar elde edilmiştir.

Depresyonun bilişsel terapisi sırasıyla; depresyonla ilgili bilgilendirme, depresyonun bilişsel davranışçı modelinin hastayla paylaşılması, davranış duygu ilişkisinin ele alınması, davranış değişimi ve etkinleştirilmesi, hastanın olumsuz bilişlerinin saptanması ve dönüştürülmesi, yaşam sorunlarına karşı sorun çözme tekniklerinin kullanılması ve yinelemeyi önleyici tekniklerin uygulanmasından oluşur (M.H.Türkçapar; Türk Psikiyatri Derneği, Depresyon Sağaltım Kılavuzu).

Bilişsel davranışçı terapi hemen her yaş grubundan hastanın depresyon tedavisinde etkili bulunmuştur. Depresyonun bilişsel terapisi depresyonun klinik özelliklerine uygun biçimde geliştirilmiştir. Olumlu sonuçlar ancak bu terapiyi uygulamayı bilen terapistlerle elde edilebilir. Buna ek olarak KLİNİSYENİN KLİNİK DEPRESYONU İYİ BİLMESİ, AYIRICI TANIYI İYİ YAPARAK GEREKİRSE İLAÇ TEDAVİSİ UYGULAMASI, İNTİHARI TANIMASI VE ÖNLEYEBİLECEK STRATEJİLERİ BİLMESİ gerekir.

Tedavinin ilk aşamasında ve depresyonu ağır olan hastalarda öncelikle davranışçı teknikler kullanılır. Duygudurum bir parça düzeldikten sonra bilişsel tekniklere geçilir. Depresif hastanın edilgen tutumunu aşmak için terapist aktif ve motivasyonu artırmaya yönelik bir tutum içindedir.

APA’nın (Amerikan Psikiyatri Birliği) önerisine göre depresyon tedavisinde özgül olarak etkinliği gösterilmiş olan psikoterapiler, hafif ve orta şiddetli depresyonda tek başına veya ilaç tedavisiyle birlikte önerilmektedir. Belirgin psikososyal zorlanmalar, iç çatışmalar, kişilerarası güçlükler veya zorlayıcı kişilik özellikleri psikoterapi seçeneğini ön plana çıkarır. Ayrıca orta veya şiddetli depresyonda belirgin şekilde psikososyal zorlanmalar, kişilerarası sorunlar, kişilik sorunları ve tedaviye uyum sorunu varsa ilaç tedavisiyle psikoterapinin birlikte uygulanması önerilmektedir. Yine tek tedavi biçimine (ilaç veya terapi) geçmişte yeterli cevap vermediği bilinen hastalarda kombine tedavi önerilmektedir.

APA tedavi önerisine göre; psikoterapi uygulanan hastalarda 4-8 hafta sonra yapılan klinik görüşmelerde en azından orta derecede bir düzelme görülmezse tanı, durumu zorlaştıran etkenler ve tedavi planı tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer o güne kadar yapılan psikoterapiye hiç yanıt yoksa ya ilaç tedavisi eklenmeli ya da psikoterapi kesilip ilaç tedavisine geçilmelidir. Eğer kısmi yanıt varsa psikoterapinin yoğunluğunun artırılması veya ilaç tedavisi eklenmesi gibi seçenekler klinisyen tarafından gözden geçirilir.

Depresyon için ilaç kullanılacaksa, depresyona yol açabilecek tıbbi durumları (anemi, vitamin B12 eksikliği, hipotiroidi vs.), tedaviyi güçleştirebilecek durumları (böbrek yetmezliği vs.) ya da tedaviye yanıt alınmasını güçleştirebilecek durumları (folat eksikliği vs.) dışlamak için gerekli tetkik ve değerlendirmelerin yapılması gereklidir (E. Köroğlu, HOPE,2015).

 

MADDE TARAMASI

Tedavi sürecinde madde kullanılıp kullanılmadığının saptanması açısından önem taşır.

YASAL gerekçelerle böyle bir tarama yapılabilir.

Madde taraması genellikle gelişigüzel bir idrar örneğinde yapılır. Hastanın hazırlanması için özel bir durum gerekmez.

Madde taramalarında genellikle kapsanan maddeler; kenevir türevleri (esrar, marihuana), kokai, opiyatlar, amfetaminler, barbitüratlar, benzodiazepinler ve fensiklidindir (PCP). Genel madde taraması yerine, her biri için ayıca bir ölçüm istenebilir (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Amfetaminler, kokain ve opiyatlar için idrarda madde taraması, son 2-3 gün içindeki kullanımı gösterir.

Kenevir türevlerinin uzun süreli kullanılmasından sonra, idrarda madde taraması ile son birkaç hafta içindeki kullanım saptanabilir.

Saç örneği, son 2-3 ay içindeki kullanımı gösterir.