DEPRESYONDA DÜŞÜK ÖZDEĞER HİSSEDİLMESİ

Özdeğer, özsaygı, kendine güven ve kendinden memnunluk ve kendisine verdiği değerdir. Kendinizi kabullenişinizi, kendinizi bir bütün olarak sarsılmaz bir kabullenişe dayandırın; kişisel özelliklerinizi veya yaptıklarınızı nasıl değerlendirdiğinize ya da başkaları tarafından sevilmeye veya beğenilmeye değil. A. Ellis ; “Gerçek öz saygının, başkalarının sizi beğenmelerinden değil, sizin kendinizi beğenmenizden doğacağını bileseniz…” söyleminde bulunmuştur.

Öz değerinizi kuvvetlendirmeye çalışmak aslında sağlıklı bir amaçtır. Bununla birlikte, kişisel özelliklerinizi ve yaptıklarınızı daha iyileştirerek veya kendinizi daha çok kişiye beğendirmeye çalışarak öz değerinizi kuvvetlendirme yolunu tutarsanız depresyonunuzu artırabilir; öz değerinizi de daha aşağı düzeye indirebilirsiniz. Ne yazık ki kimileri kişisel gelişimlerinde kendilerini kabullenişten daha çok kendini suçlamanın işe yarayacağına inanır (L. Clark).

“Özdeğer” ile “Kendini kabulleniş” benzer terimler ise de “Kendini kabulleniş”; insanın kendisini sarsılmaz bir inançla kabullenmesi ve kendisine “değersiz” veya “mükemmel” gibi toptancı ve genelleyici anlamlar taşıyan sözcükler kullanarak değer biçmeyi reddetmesidir. Yaptıklarınızı nitelendirmek, ancak kendinizi bir kişi olarak nitelemeden kaçınmak çok önemlidir. “Kendini kabulleniş”  halinden daha çok memnun olmayı sağlar. Amaçları gerçekleştirme de başarıyı artırır; bunaltıyı, öfkeyi ve depresyonu hafifletir.

DESTEKLEYİCİ PSİKOTERAPİ

Destekleyici psikoterapinin amacı, hastanın uyum yeteneğini artırmak ve çevresindeki kişilerle yeniden sağlıklı bir ilişkiye girmesini sağlamaktır. İçgörüye yönelik terapinin amacı da bu yöndedir. Bu terapilerin ayrıldıkları yer metodolojileri, bu amaçlara ulaşma yollarıdır. Destekleyici psikoterapide en çok destekleyici etken; danışana duygularının ve açmazının (sözel ve sözsüz olarak) doğru bir şekilde anlaşıldığını göstermektir. Bir çok danışan davranışlarının güdülerine ve anlamına ilişkin bir içgörüye yararlı bir şekilde ulaşır. Bu içgörüyü kullanma yeteneği arttıkça, intrapsişik çatışmalar ve buna eşlik eden anksiyete azalır. Ego kendisini daha az tehlikede hissettiğinde desteklenmiş olur ve işlev görmesi artar.

Destekleyici tedavi sadece danışanı sıcak duygulara boğmak, aklınızda ne varsa söylemek; bir sözde arkadaş ya da anne baba olmaya çalışmak değildir. Terapistin düşünce akışı; “belli bir öyküsü, güncel ortamı ve dinamikleri olan bu kişinin tam şu anda benimle bu işe girmesinin anlamı nedir?” şeklinde gerçekleşir (E. R. Wallace).

Daha destekleyici bir yaklaşımdan yararlanması beklenen hastalar; 1. sözel zekaları ve psikolojik anlayışları yetersiz, 2. ego işlevleri ağır, 3. yoğun, güçlü dürtüleri olan, 4. süperego işlevleri büyük ölçüde zayıflamış, 5. özellikle sorunlu güncel ortamlarda yaşayan hastalardır.

UTANGAÇLIK

Çoğu zaman  özellikle de gençler bu dünyada tek utangaç olanın kendilerinin olduğunu düşünürler. Kavram olarak tanımlanması güç olsa bile milyonlarca kişi utangaçlıktan yakınmaktadır. Bir tür sosyal bunaltı gibi görülen bu durum, başkalarının yanında hafif bir bunaltı duymaktan belirgin bir bunaltı bozukluğuna kadar farklı düzeylerde olabilir. Kişiler sınırlı ilişkilerin yol açtığı yalnızlık hissini de yoğun ve acıtıcı olarak hissederler.

Utangaçlık kişinin abartılı benlik duygusu ile ilişkilidir. Utangaç kişiler çoğunlukla başkalarını  nasıl etkilediklerine ve onların kendileri hakkında neler hissettiklerine odaklanırlar. Kendi rahatsızlık duyguları ve yetersizliklerine o kadar odaklanırlar ki başkalarına odaklanamazlar. Bu kısır döngü utangaç kişileri, sıcak hisler ve  almak kadar vermenin sağlayıcı doyumlu  ilişkilerden de uzak tutar.

Toplumsal ve bilişsel beceri geliştirme, girişkenlik eğitimi, bunaltıyı azaltma teknikleri profesyonel bir yardım ile yararlı olmaktadır. Karşınızdakinin size ilişkin duygularına odaklanmak yerine, onun hakkında neler bilmek istediğinizi düşünmek ; gülümsemek işe yarayacaktır.

(SSRI) SEÇİCİ SEROTONİN GERİALIM İNHİBİTÖRLERİNİN KULLANIMINDA TAKİP İLKELERİ

SSRI’lar depresyon ve kaygı bozuklukları için sık kullanılan etkili ve güvenli ilaçlardır (fluoksetin, sertralin, sitalopram, essitalopram, paroksetin, fluvoksamin).

Tedavinin başlangıcında hastanın öykü ve klinik bulgularına göre bazı laboratuvar ölçümleri önerilmektedir; tam kan sayımı, elektrolitler, kan üre azotu, kreatinin, karaciğer enzimleri, folat ve vitamin B12 düzeyi, TSH (tiroid uyarıcı hormon), 40 yaş üzerinde EKG, gebelik olasılığı olan kadınlarda gebelik ölçümü vs. (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Tedavi başlangıcında metabolik sendrom taraması için; açlık kan şekeri, açlık lipid ölçümleri, kg ve boy ölçümü, vücut kitle indeksinin hesaplanması, bel çevresi, kan basıncı ölçümü gereklidir.

Hastanın izlemi sırasında; 6 ayda bir nabız ve kan basıncı ölçümü gereğinde EKG çekimi, 6 ayda bir elektrolitlerin (sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum) bakılması, 6 ayda bir karaciğer işlevleri ölçümleri (AST, ALT, GGT vs.) önerilmektedir.

Metabolik sendrom gelişim riski açısından da takip sağlanmalıdır: başlangıç da, ilk ayda ve sonra yılda bir kez; kan basıncı, AKŞ (açlık kan şekeri), açlık lipid ölçümleri yapılmalıdır.

Yılda bir kez bel çevresinin ölçümü, ilk 3 ayda her ay daha sonra 3 ayda bir vücut kitlesi göstergesinin (indeksi) hesaplanması sağlanmalıdır.

KARBAMAZEPİN

Karbamazepin, antiepileptik bir ilaçtır. Psikiyatride; bipolar (iki uçlu) bozukluk, saldırganlık, demans ve travmaya bağlı beyin yıkımında ortaya çıkan davranış bozukluklarında, kişilik bozukluğu olan hastalarda duygudurum düzenleyicisi olarak ve depresyon, şizofreni ve şizoaffektif bozukluk gibi hastalıklarda ek tedavi olarak uygulanır.

Tedavi edici dozu kan düzeyine bağlıdır. Genellikle kullanılan doz aralığı 400-1200 mg/gün arasında değişir. Tedaviye başlandıktan sonra, 12 hafta süreyle haftada bir, sonra 2-3 yıl süreyle ayda bir kan düzeyine bakılmalıdır (E.Köroğlu, HOPE, 2015).

Karbamazepin kan düzeyine, ilaca başlandıktan ya da doz değişikliğinden 5 gün sonra bakılmalıdır.  Kan düzeyine, sabah dozunun alınma saatinden hemen önce bakılması uygun olur.

Olağan değer aralığı (erişkinde); Toplam karbamazepin 4- 12 mikrogram/mL, Serbest karbamazepin 1-3 mikrogram/mL.dir.

Anlamlı değerleri; toplam karbamazepin >20 Mikrogram/mL, Serbest karbamazepin > 3.8 mikrogram/mL.olup, toksisite açısından klinik olarak değerlendirme yapılması önerilir.

Tedavinin ilk 2 ayında; 2 haftada bir trombosit sayımı, tam kan sayımı ile elektrolitler, kreatinin, BUN, karaciğer fonksiyon testleri (ALT, AST, GGT) ve TSH ölçümü önemlidir. Özellikle ilk 3 ay hiponatremi gelişebilir.

Karbamazepinin en sık görülen yan etkileri sedasyon (durulma), yorgunluk ve baş dönmesidir. Kan düzeyinin aşırı olduğunun belirtileri çift görme, sakarlık, vücut eşgüdümü bozukluğu, aşırı sedasyondur. İlacın tok karnına alınması mide yakınmalarını azaltır.

Çok düşük sıklıkla olsa da agranülositoz ve aplastik anami yapar. Klozapin ile kullanımında bu risk artabilir.  Hasta kg alımı ve metabolik sendrom gelişim riski açısından eğitilmeli ve takip edilmelidir.

VALPROİK ASİT (VALPROAT)

Duygudurum bozukluklarının (mani,depresyon), nörobilişsel bozuklukların (demans) ve bazı tür epilepsilerin tedavisinde kullanılan ilaçlardandır. Akut mani tedavisinde önerilen doz 1000-3000 mg/gün aralığında değişir. Uzun etkili formunun kullanılması günde tek bir kez de verilmesine olanak sağlar.

Valproatın en sık görülen yan etkileri; sedasyon (durulma), yorgunluk, bulantı ve ishal gibi mide bağırsak sistemi yan etkileridir. Valproat alan hastalarda tremor (ellerde titreme), ataksi (yürürken sakarlık) gibi belirtiler de olabilir. Bunların çoğu geçicidir. Bazı hastalarda saç dökülmesi (alopesi) yapabilir. Bu durum valproatın, çinko ve selenyum emilimini bozmasına bağlı olabilir. Ayrıca kilo alımına da yol açabilir. Hastaların düzenli egzersiz, spor yapmaları ve yediklerine dikkat etmeleri önemlidir.

Tedaviye uyumu değerlendirmek ve toksisite riski açısından valproat düzeyine bakılmalıdır (E. Köroğlu, HOPE, 2015). Hasta o gün tetkik için kan verene kadar ilacını almamalıdır.

Olağan değer; toplam valproat 50-125 mikrogram/mL, serbest valproat 6-22 mikrogram/mL, serbest valproat yüzdesi % 5-18 (öngörülen) dir.

Anlamlı değerleri; toplam valproat >150 mikrogram/mL, serbest valproat >50 mikrogram/mL olup toksisite belirtieri açısından klinik değerlendirme önerilmektedir.

Tedavinin başında, haftada bir tam kan sayımı ve trombosit ölçümü gereklidir. Daha sonra, 6 ayda bir trombosit ve tam kan sayımı ile, karaciğer fonksiyon testleri (ALT, AST, GGT), TSH (tiroid stimüle edici hormon), amilaz ve lipaz düzeylerine bakılmalıdır. Metabolik sendrom açısından hastanın eğitimi ve takip gereklidir.

AİLE İÇİ KRONİK HASTALIKLARIN VARLIĞI

Aile fertlerinden birinde yaşamı tehdit eden veya kronik seyreden bir hastalık teşhis (AIDS, şiddetli koroner hastalık, kanser, şizofreni vs.) edilmesi, hasta ve diğer bireylerde çeşitli duygusal dalgalanmalara yol açabilir. Bu dalgalanmalar hasta ve aile fertleri arasında ilişki düzenini değiştirebilir. Hasta bireye gösterilen ilginin artması, diğer aile fertlerinin kendilerine ayıracakları zamanın azalması sıklıkla görülen bir durumdur.  Belirsiz olan hastalık süreci ile ölüm ihtimalinin yanı sıra çaresizlikten kaynaklanan bir gerilimde sıklıkla yaşanmaktadır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Sağlıklı aile fertleri hastalık yüzünden endişe, öfke ve kırgınlık hissedebilmektedir. Oluşabilecek sosyal izolasyon, maddi sıkıntının yanı sıra tedavi yöntemleri ile ilgili düşünce farklılıkları da zorlayıcı olabilmektedir.

Bu sorunları ele alınmasında hastalık süreci içerisinde ne tür gelişmelerin olabileceğine dair bilgilendirme önceliklidir. Hastalığa çok fazla ya da çok az müdahil olmak gibi ölçülü bir sınır tayin edememenin durumu zorlaştıracağı unutulmamalıdır. Hastalık sürecinde ortaya çıkabilecek beklenen veya beklenmeyen sıkıntılara, kötü gidişe ve ani ölüme karşı baş etme stratejileri geliştirilmelidir.

KRONİK YORGUNLUK SENDROMU

Yeni başlamış olan ya da başlangıç zamanı belirli olan ve nedeni açıklanamayan, sürekli ya da depreşen, dinlenme ile geçmeyen, işlevselliği de bozan, süreğen (kronik) bir yorgunluk durumu olarak tanımlanır (E. Köroğlu, HOPE, 2015).

Bu sendromu yaşayan kişilerde; bellek de azalma, odaklanma güçlüğü, eklem ve kas ağrıları, yineleyen boğaz ağrısı, yeni bir tarzda baş ağrısı çekme, dinlendirici olmayan bir uyku uyuma, enerjinin çabuk tükenmesi gibi belirtiler gözlenebilir.

Belirli birtakım durumlar bu tanıyı dışlar; tedavi edilmemiş uyku apnesi, hipotiroidizm, kanser, önemli bir ruhsal hastalık, madde kullanım bozukluğu ve ileri derecede şişmanlık.

Hastanın klinik öykü ve muayene bulgularına göre bazı tetkikler önerilmektedir; tam kan ve biyokimya tetkikleri, estradiol veya testosteron düzeyi, ekokardiyografi, polisomnografi, arteriyel kan gazları vs.

Bugün için kronik yorgunluk sendromuna artık tek bir enfeksiyon etkeninin neden olmadığı bilinmektedir. Ancak Epstein-Barr virüsü, Ross River virüsü, Coxiella Burnetti gibi kimi etkenlerin, kimi olgularda, hastalığın oluşumuna katkısı olabilir.

KİŞİLERARASI İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI

Yakın ilişkiler insan insana olan ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Başkaları ile samimi ilişkiler kurmak, bu ilişkileri sürdürme arzusu insani bir davranış örüntüsüdür.

Kişilerarası ilişkilerde bağımlılık; birisinin kendisi dışındaki insanlara ve şeylere güvenecek kadar kendi kimliğini küçümsemesi, kendini ihmali ve takıntılı alışkanlıklar, bağımlılıklar, benliğine yabancılaşmaya yol açan hastalıklar ve utanç duygusu ile yansıtılan sahte benlik yapısının ortaya çıkmasıdır. İnsan ilişkilerinde başarı ve başarısızlık, yaşam memnuniyetini ve fiziksel sağlığını etkileyen bir durumdur (Z. Yüncü, D. H. Atlam; Türkiye Psik. Der., Psikiyatride Güncel Dergisi).

Aşk bağımlılığı, madde bağımlılığına benzeyen psikobiyolojik bir süreçtir. Sevgi nesneside, beyinde ödül sistemini aktive ederek maddenin yarattığı etkiye denk haz ve doyum etkisi yaratabilir.

Kişilerarası ilişkiler; bireyin ait olma ve sevgi gereksinimiyle, birlikte yaşayarak korku ve yalnızlığı azaltma, kimlik kazanma ve sosyal ihtiyaçları karşılanması amacıyla en az iki kişi arasında farklı yoğunlukta yaşanan karşılıklı duygusal, düşünsel etkileşim ve davranımlar olarak tanımlanabilir. Bağımlılık ilgi, onaylanma ve yardım arayışını içerir.

Bazen birey kendisi dışında herkesin güvenilir olduğuna inanır. İlişkilerde bağımlılık sorununu ağır yaşayanlar, kişilerarası iletişimde olumsuz ipuçlarına daha duyarlıdır. Şiddetli ve esnek olmayan bağımlılık, bireyin sosyal, mesleki ve romantik ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Bir ilişkide sadece eşlerden biri bağımlı olduğunda tek taraflı, bireylerin her ikisi de bağımlı olduğunda ise “karşılıklı bağımlılık” söz konusudur. Karşılıklı bağımlı eşler, ilişkiyi koruma yönünden eşit derecede güdülendiklerinden olumsuz duyguların yaşanması daha azdır.

İlişki/Aşk bağımlılığı; sağlıksız ilişkilerin peşinden sürüklenip gitmek, acı veren ilişkileri sonlandıramamak, partner yokluğunda acı çekip takıntılı bir şekilde ona ihtiyaç duymak, ilişkiyi hayatının merkezi haline getirmek gibi özellikleri yansıtır.

Kişinin diğer kişiye yüklediği anlam ve hayatını nasıl etkilediği önemlidir. Bağımlı bir ilişki, beklenmedik bir şekilde kötü bittiğinde madde yoksunluğu gibi etki yaratır.

Bu ilişkisel özellikler, birçok psikiyatrik eş tanıya neden olarak kişinin günlük işlevselliğini bozmaktadır. Psikiyatrik destek ve tedavilerde bu konunun önemi giderek artmaktadır.

FİZİKSEL HASTALIĞI OLANLARDA DEPRESYON

Bir başka tıbbi hastalığı olanlarda depresyon sık rastlanan ve hastanın yaşam kalitesini düşüren önemli etkenlerdendir. Örneğin depresyon sıklığı; Miyokard infarktüsünde %16-50, koroner arter hastalığında %18-23, İnmede %30-35, Diabetus mellitusda %11-27, kanserde %10-45, KOAH’da %20-35 kadardır. Fiziksel hastalık bulguları ile depresyon ya da sağlık kaybına bağlı duygusal tepkiler benzer klinik özellikler ve işlevsellikte azalma ortaya çıkarmaktadır.

Klinik depresyon saptanan hastalarda antidepresan kullanımına olgu bazında karar verilmelidir. Örneğin kalp hastalarında depresyon varlığı mortalite riskini arttırmaktadır. Ağır şiddetinde olan, intihar riski olan, sosyal destek sistemi zayıf olan ve öyküsünde psikiyatrik bozukluk bulguları olan olgularda antidepresanlar kullanılmalıdır. Tıbbi hastalığı olanlarda antidepresan tedaviye başlanırken kar/zarar oranı her hasta için ayrı değerlendirilmelidir.