DEPRESYONDA DÜŞÜK ÖZDEĞER HİSSEDİLMESİ

Özdeğer, özsaygı, kendine güven ve kendinden memnunluk ve kendisine verdiği değerdir. Kendinizi kabullenişinizi, kendinizi bir bütün olarak sarsılmaz bir kabullenişe dayandırın; kişisel özelliklerinizi veya yaptıklarınızı nasıl değerlendirdiğinize ya da başkaları tarafından sevilmeye veya beğenilmeye değil. A. Ellis ; “Gerçek öz saygının, başkalarının sizi beğenmelerinden değil, sizin kendinizi beğenmenizden doğacağını bileseniz…” söyleminde bulunmuştur.

Öz değerinizi kuvvetlendirmeye çalışmak aslında sağlıklı bir amaçtır. Bununla birlikte, kişisel özelliklerinizi ve yaptıklarınızı daha iyileştirerek veya kendinizi daha çok kişiye beğendirmeye çalışarak öz değerinizi kuvvetlendirme yolunu tutarsanız depresyonunuzu artırabilir; öz değerinizi de daha aşağı düzeye indirebilirsiniz. Ne yazık ki kimileri kişisel gelişimlerinde kendilerini kabullenişten daha çok kendini suçlamanın işe yarayacağına inanır (L. Clark).

“Özdeğer” ile “Kendini kabulleniş” benzer terimler ise de “Kendini kabulleniş”; insanın kendisini sarsılmaz bir inançla kabullenmesi ve kendisine “değersiz” veya “mükemmel” gibi toptancı ve genelleyici anlamlar taşıyan sözcükler kullanarak değer biçmeyi reddetmesidir. Yaptıklarınızı nitelendirmek, ancak kendinizi bir kişi olarak nitelemeden kaçınmak çok önemlidir. “Kendini kabulleniş”  halinden daha çok memnun olmayı sağlar. Amaçları gerçekleştirme de başarıyı artırır; bunaltıyı, öfkeyi ve depresyonu hafifletir.

DEPERSONALİZASYON BOZUKLUĞU

Depersonalizasyon bozukluğu olan hastalar; bedenleri, düşünceleri, duyguları ve davranışları gibi benliklerinin değişik yönlerinden sanki kopmuş gibi bir duygu içinde olurlar. Depersonalizasyon belirtisi, patolojik olmayan, gelip geçici bir olgu olarak ortaya çıkabilir. Çoğu kez de depresyon, anksiyete ve şizofreninin bir belirtisidir.

Bazı sistemik bedensel hastalıklar, beyin tümörleri, epilepsi, madde kötüye kullanımı da depersonalizasyon belirtilerine neden olabilir.

Başlangıcı daha çok 15-30 yaşlarında olur, belirtiler aniden oluşur.  Bazı hastalarda kronik gidiş ve dönemsel alevlenmeler görülür. Özgül bir tedavi yaklaşımı yoktur. Eşlik eden psikiyatrik hastalılar gereğine göre tedavi edilmelidir.

DİSSOSİYATİF FÜG

Hastalar duygusal açıdan acı veren yaşantılarından psikolojik olarak uzaklaşma isteği içindedirler. Çok az görülen bir durum olup genellikle zorlayıcı etkenler ile ortaya çıkar.

Füg durumunda olan hastalar genellikle evlerinden uzakta saatlerce, günlerce başı boş gezinebilirler. Füg esnasında acayip ya da olağandışı birtakım davranışlar sergileyebilirler. Bu dönemde kimlik yitimi yaşanabilir.

Füg dönemleri genellikle kısa sürelidir. Kısa süreli ilaç tedavisi ve bazı destekleyici psikoterapiler ile izlem önerilmektedir.

DİSSOSİYATİF AMNEZİ

Amnezi en sık görülen belirti olup daha sıklıkla kız ergenlerde ve genç erişkinlerde görülür. Dissosiyatif amnezi genellikle birden başlar ve hasta bellek yitiminin ayrımındadır. Doğal afet, şiddet görme, kaza, sömürü gibi kişiye güçlük veren olaylar karşısında yaşanabilir.

Unutulan zaman dilimine karşılık gelmek üzere değişik dissosiyatif amnezi türleri vardır. Sınırlı (lokalize) amnezi en sık görülen türüdür, saatler ya da günler süren özel bir zaman dilimi için bellek yitirilmiştir. Yaygın amnezide yaşam boyu edinilen bellek anımsanmaz (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Dissosiyatif amnezinin belirtileri genellikle birden başlar, birden sonlanır. Klinik bulgulara sıklıkla depresyon ve anksiyete bozukluğu eşlik eder. Hastada bazen yinelemeler olabilir. İlaç tedavisi ve tam düzelmenin sağlanması için psikoterapi ile izlem önerilmektedir.

BEDEN DİSMORFİK BOZUKLUĞU

Daha çok 15-25 yaşları arasında başlayan, kadınlarda daha sık görülen bir ruhsal bozukluktur. Güzellik ve estetik kavramına ilişkin kültürel değerler bu bozukluğun gelişiminde büyük rol oynar. Hastaların ailelerinde sıklıkla obsesif kompulsif bozukluk (takıntı zorlantı bozukluğu) ve depresyon bulunmaktadır. Bu bozukluğun fizyopatolojisinde serotonin dengesizliğine dair bildirimler de vardır.

Vücut Dismorfik Bozukluğu olan hastalar, “sanal” bir vücut kusurlarıyla ya da var olan bir vücut kusurlarını aşırı abartma ile uğraşıp dururlar. En sık algılanan kusurlar yüz yapısı ile ilgili olanlardır. Zamanla kusur yüklenen vücut bölgeleri değişebilir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı). Hastalığın süreğen (kronik) seyreden, depreşip yatışan bir gidişi vardır.

Sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk ve depresyon bu bozukluğa sıklıkla eşlik edebilir. Tedavi sürecinde kozmetik amaçlı cerrahi uygulamaların yeri yoktur. Psikoterapi ve ilaç tedavisi önerilmektedir.

HİPOKONDRİAZİS

Kadın ve erkeklerde eşit görülen bir bozukluk olup sosyoekonomik düzey belirleyici bir etken değildir.

Hipokondriazis; önemli bir hastalığa yakalanmaktan ya da önemli bir hastalığı olduğundan sürekli korkma ile belirlidir. Bedensel belirtilerin yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkar (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Hipokondriazis altta yatan depresyon ya da anksiyete bozukluğunun dışa vuran bir görünümü olabilir. Bu hastaların ağrı eşiklerinin de düşük olabileceği araştırmalarda bildirilmiştir. Genellikle, arada belirtisiz dönemlerin olduğu, aylarca ya da yıllarca süren bir bozukluktur. Çoğu zaman ruhsal zorlanmalar belirtilerin alevlenmesine neden olur.

Hastaların hemen hepsi öyküde birçok tıbbi tetkik yaptırmış olup; tedavi sürecinde (çok değişik bir tablo ortaya çıkmazsa) bu tetkik girişimlerinin süreci zorlaştıracağı bilgisi verilir. Psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi önerilmektedir

KONVERSİYON BOZUKLUĞU

Görülme sıklığı toplumdan topluma göre değişen, kadınlarda ve düşük sosyoekonomik düzeyde daha sık görülen bir ruhsal bozukluktur.  Psikoanalitik kuram; konversiyon bozukluğunu, bastırılmış intrapsişik çatışmaların bir sonucu olarak tanımlar. Bilinçdışı çatışmaların yarattığı kaygı, biyolojik bazı etkenlerin de eşliğiyle bedensel belirtilere dönüşmektedir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı 2011).

En sık görülen nörolojik belirtiler; paralizi (kısmi kas kuvvetinde kayıp), körlük ve konuşmamadır (mutizm). Bitkinlik, denge bozukluğu, yalancı katılmalar (psödokonvülsiyonlar) gözlenen belirtilerdendir. Hasta yaşadığı belirtilere karşı bir “aldırmazlık” içinde olabilir.  Birkaç gün içinde düzelme olabilse de hastaların %25’in de özellikle ruhsal zorlanmalar karşısında yinelemeler olur.

Bilişsel davranışçı psikoterapi, psikoanalitik psikoterapi ile eşlik edebilen ruhsal bozukluklar (anksiyete bozukluğu, depresyon vs.) varlığında ilaç tedavisi önerilmektedir.

SOMATİZASYON BOZUKLUĞU

Kadınlarda ve düşük sosyoekonomik düzeyde daha sık görülen bir somatoform bozukluk grubu olup toplumun %1’inden daha azında görülür. Somatik (bedensel) yakınmalar kişinin birtakım zorunluluklarından kaçmasını sağlayabilir.

Tanı koymada klinik öykü ve ruhsal muayenede; ağrı, bağırsak-mide işleyişi, cinsel ve nörolojik belirtilerin varlığının değerlendirilmesi önem taşır. Ağrı; karın, baş, sırt, kol ve bacaklarda ortaya çıkar. Bulantı, kusma, cinsel işlev bozukluğu, bitkinlik, paralizi gibi belirtiler olabilir. Başlangıç genellikle ergenlik dönemidir. Depresyon, anksiyete (bunaltı) bozuklukları sıklıkla eşlik edebilir (E. Köroğlu, Psikiyatri El Kitabı).

Somatik yakınmalar tıbbi yaklaşımla değil, genel psikiyatri yaklaşımları ile ele alınmalıdır. Psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi (özellikle eşlik eden ruhsal bozuklukların varlığında) önerilmektedir.

HERKESİN ÖNÜNDE KONUŞMA KORKUSU

Yaşamdaki sosyal ve mesleki faaliyetlerde başarılı olmak ve doyum alabilmek için dinleyenler ne kadar kalabalık olursa olsun, herkesin önünde veya bir toplantıda kendini etkili ve açıkça ifade etmek önemlidir.

Meşhur birçok sanatçı, iş adamı düşünüldüğünün aksine bu endişeyi yoğun olarak yaşarlar. Sözgelimi sahne korkusu olan aktörlere korku duygularını heyecan ve beklentiye dönüştürmeleri öğretilir. En önemli faktör, kişinin yapamadıkları ve endişe duydukları şeyler yüzünden kendisini aşağılamamasıdır. Sunuma güç katacak bazı noktalar şunlardır (The Go Ask Alice Book of Answers);

  1. Dinleyicilerin anlamasını, esin almasını istediğiniz birkaç mesaj ve başlık bulun.
  2. Konuşmanızı basit tutun; unutmayın onlar sizin kadar o konuda bilgili ve yetkin olmayabilirler.
  3. İlgi uyandırmak ve merak uyandırmak için konuşmanızın harcına öyküler, anılar vs. katın.
  4. “Materyal”inizin bazı kısımlarını arkadaşlarınız üzerinde deneyin.
  5. Sunuşunuzu bir aynanın veya arkadaşınızın önünde prova edin.
  6. Konuşmanın çerçevesini belirtin; “onlara ne anlatacağınızı söyleyin, bunları anlatın, ne anlatmış olduğunuzu özetleyin”.
  7. Dinleyen kişileri tanımak, sunuşunuzla ilgili hedeflerini ve deneyimlerini öğrenmek önemlidir.
  8. Dinleyenlerle aynı hizada göz teması kurun.
  9. Gerekli olduğunu düşündüğünüzden biraz daha yüksek sesle konuşun (uzakta duran kişiye ulaşmak).
  10. Zaman zaman yavaşlayın, gülümseyin ve nefes alın.
  11. Sorular ve cevaplara zaman ayırın.

Bu konuda aşırı endişe ve korku kişiyi aşırı derecede etkileyerek, klinik olarak bazı yakınma ve belirtilere yol açabilmektedir. Böyle durumların varlığında profesyonel yardım uygundur. Aynı zamanda eşlik eden ruhsal bir bozukluk varsa psikoterapi ve gereğinde ilaç tedavisi uygun olacaktır.

ELEM, KEDER VE KAYIPLA BAŞETME

Bazen bir yakınımızın, dostumuzun kederli (hastalık, ölüm vs.) durumlarında nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Yapılması gereken en önemli unsur “onunla her zaman her konuda konuşmaya” istekli olduğunuzu göstermektir. Böylece kendini hazır hissettiğinde size güvenebileceğini bilecektir. Yapabileceğiniz bir başka şey, arkadaşınıza onun yaşadığı durumla ilgili kendi duygularınızdan söz etmektir. Onun dostu olmayı sürdürün, ne denli uzaklaşır gibi görünse de onu terk etmeyin.

Kendi kayıplarımızda yaşam dönüşsüz bir biçimde değişmiştir. Böyle bir dönemde kendinize yakın hissettiğiniz insanları aramanız ve onlarla konuşmanız önemlidir. İnsanlar size nasıl yardımcı olabileceklerini bilemiyor, sizin onları aramanızı bekliyor olabilirler. Birini seçip, özel bir şey yapmasını isteyebilirsiniz (sizi dinlemek, yürüyüşe, kafeye gitmek vs.). Bazen öylece suskun oturmak, birlikte farklı kitaplar okumak, egzersiz yapmak işe yarayabilir (The Go Ask Alice Book of Answers).

Kayıpla ilgili güçlü, boğucu duyguların zaman içinde azalacağını anımsamak önemlidir. Yaraları sarmada doğanın yavaş ancak emin işleyen sürecine zaman tanınmalıdır. Rutin egzersizler, meşguliyetler uygulanmalıdır. Tepkisel ilişkilerden, büyük kararlardan ve alışkanlık yapıcı her türlü şeyden uzak durulmalıdır.

Keder ve matemin herhangi bir sihirli reçetesi yoktur. Her insan bunu kendi tarzında yaşar. Önceden belirlenmiş bir matem dönemi (süresi) yoktur. Ancak çok uzayan; kişinin sosyal ve mesleksel işlevselliğini bozan, iştah-uyku gibi bedensel dengelerini bozan, derin umutsuzluk ve intihar düşüncelerinin geliştiği olgularda kişinin bir klinisyen tarafından muayene edilmesi gereğinde psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi alması uygun olacaktır.