Yaşlanma bedensel ve sosyal yönleri ile kaçınılmaz olarak sorunları olan bir süreçtir. “Başarılı yaşlanma”, yaşlanma sürecinin kazanç ve kayıplarını dengeleyebilmektir. Yaşlılık döneminde fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarda azalmaya bağlı olarak bağımlılık artar. Toplumun kültürel değerlerinin ve geleneksel geniş aile yapısının değişmesi sonucu statü kaybı görülebilir, ekonomik güç azalabilir ve birtakım sosyal sorunlar gelişebilir.
Yaşlı ebeveyn ile yetişkin çocuklar arasında rollerin tersine dönmesi büyük bir potansiyel strestir. Eşin kaybı, ev kaybı, başka bir eve taşınma durumu da büyük stres faktörlerindendir.
Geriatri biliminde yaşlılık 3 devreye ayrılır: 1) 65-74 yaş; genç yaşlı 2) 75-84 yaş; orta yaşlı 3) 85 yaş üstü ileri yaşta yaşlı. Ancak yaşlanma kişilerde farklı hız ve şekillerde geliştiğinden bu sınıflandırmayı herkese uygulamak bazen pratikte mümkün olamamaktadır. Bu nedenle “65 yaş” yaşlılığın başlangıcı olarak sadece sayısal bir simgedir. Erikson’a göre yaşlılık çağı; benlik bütünlüğü ve çaresizlik arasındaki mücadele ile “bilgeliği” doğuran dönemdir.
Emeklilik yaşamın sürekliliğini ve ritmini bozarken, kişinin aile ve toplumdaki yerinin ve kimliğinin değişmesine yol açar. Otorite, saygınlık ve üretkenlikle beraber kaybedilen rolün yerinin doldurulamaması ve toplumsal etkinlik alanının, boş zaman dünyasına kayması kişiyi belirli bir yapısı olmayan “rolsüz bir rolü oynama” ya zorlar (E. Geçtan).
Emekliliğe verilen anlam kişiye göre değişir. Bazı kişiler, yıllarını belli amaç ve değerler için tükettikten sonra gelen bu dönemin “hak edilen bir dinlenme dönemi” olarak tadını çıkartmak isterler. Bu düşünce emekliliğe olumlu bir bakıştır. Kimliklerini sadece meslek pozisyonları ile özdeşleştiren, meslek dışı ilgi alanları olmayan kişilerde; kendini artık gereksiz, işlevsiz ve işe yaramaz hissetme gibi duygular ön planda olduğunda emekliliği “sonun başlangıcı” olarak yorumlarlar.
Yaşlılık dönemi kişinin sosyal ağının bütünlüğünü zorladığı için bu dönemde ailenin önemi artar. Ailenin işlevi, insanların güçlü duygularla birbirine bağlı olduğu özel bir birlik olmasıdır. Bu birliğin temellerinde; yaşlıların değişen normları kabul etmeleri, aile içindeki görevlerin paylaşılması, çocukların anne babaya karşı sorumluluk duyması, sağlıklı iletişimin devam etmesi ve eşler arasındaki ortak noktaların sürdürülmesidir. Aile üyelerinin birbirlerini ve sorunlarını algılama bozukluğu ve iletişim noksanlığı kronikleşmişse, yaşlı üye bu durumdan oldukça olumsuz etkilenebilir.
Huzurevine taşınma, yaşlıların çoğu için “aile dışına itilmiş olmak” ya da “dışlanmak” şeklinde algılanır. Kişi bildiği, alıştığı, kendini güvende ve özgür hissettiği, anıları ile beraber olduğu evindeki yaşamdan vazgeçmek durumunda kaldığı için yeni konumunu kabullenmekte güçlük çeker ve uyum sorunları yaşayabilir. Kişinin yaşayacağı yeri gidip görmesi, orada yaşayanlardan ayrıntılar hakkında bilgi alması gerilimi azaltabilir. Yaşlının önceki yaşamında mutlu olması, hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirmiş olması, sağlık durumunun iyi, zekasının yüksek olması ve sosyal alanda aktif olması uyumu kolaylaştırır.
Yaşlı bir insanın hastalanması halinde içinde bulunduğu destek sistemleri tedavi başarısı açısından büyük önem taşımaktadır. Hastanın ait olduğu sosyal gruplar, arkadaşlar, dinsel inançlar ve kültürel özellikler önemlidir. Aile tüm bu destek sisteminin hastaya en yakın konumunda yani merkezindedir.