KARBAMAZEPİN

Karbamazepin, antiepileptik bir ilaçtır. Psikiyatride; bipolar (iki uçlu) bozukluk, saldırganlık, demans ve travmaya bağlı beyin yıkımında ortaya çıkan davranış bozukluklarında, kişilik bozukluğu olan hastalarda duygudurum düzenleyicisi olarak ve depresyon, şizofreni ve şizoaffektif bozukluk gibi hastalıklarda ek tedavi olarak uygulanır.

Tedavi edici dozu kan düzeyine bağlıdır. Genellikle kullanılan doz aralığı 400-1200 mg/gün arasında değişir. Tedaviye başlandıktan sonra, 12 hafta süreyle haftada bir, sonra 2-3 yıl süreyle ayda bir kan düzeyine bakılmalıdır (E.Köroğlu, HOPE, 2015).

Karbamazepin kan düzeyine, ilaca başlandıktan ya da doz değişikliğinden 5 gün sonra bakılmalıdır.  Kan düzeyine, sabah dozunun alınma saatinden hemen önce bakılması uygun olur.

Olağan değer aralığı (erişkinde); Toplam karbamazepin 4- 12 mikrogram/mL, Serbest karbamazepin 1-3 mikrogram/mL.dir.

Anlamlı değerleri; toplam karbamazepin >20 Mikrogram/mL, Serbest karbamazepin > 3.8 mikrogram/mL.olup, toksisite açısından klinik olarak değerlendirme yapılması önerilir.

Tedavinin ilk 2 ayında; 2 haftada bir trombosit sayımı, tam kan sayımı ile elektrolitler, kreatinin, BUN, karaciğer fonksiyon testleri (ALT, AST, GGT) ve TSH ölçümü önemlidir. Özellikle ilk 3 ay hiponatremi gelişebilir.

Karbamazepinin en sık görülen yan etkileri sedasyon (durulma), yorgunluk ve baş dönmesidir. Kan düzeyinin aşırı olduğunun belirtileri çift görme, sakarlık, vücut eşgüdümü bozukluğu, aşırı sedasyondur. İlacın tok karnına alınması mide yakınmalarını azaltır.

Çok düşük sıklıkla olsa da agranülositoz ve aplastik anami yapar. Klozapin ile kullanımında bu risk artabilir.  Hasta kg alımı ve metabolik sendrom gelişim riski açısından eğitilmeli ve takip edilmelidir.

VALPROİK ASİT (VALPROAT)

Duygudurum bozukluklarının (mani,depresyon), nörobilişsel bozuklukların (demans) ve bazı tür epilepsilerin tedavisinde kullanılan ilaçlardandır. Akut mani tedavisinde önerilen doz 1000-3000 mg/gün aralığında değişir. Uzun etkili formunun kullanılması günde tek bir kez de verilmesine olanak sağlar.

Valproatın en sık görülen yan etkileri; sedasyon (durulma), yorgunluk, bulantı ve ishal gibi mide bağırsak sistemi yan etkileridir. Valproat alan hastalarda tremor (ellerde titreme), ataksi (yürürken sakarlık) gibi belirtiler de olabilir. Bunların çoğu geçicidir. Bazı hastalarda saç dökülmesi (alopesi) yapabilir. Bu durum valproatın, çinko ve selenyum emilimini bozmasına bağlı olabilir. Ayrıca kilo alımına da yol açabilir. Hastaların düzenli egzersiz, spor yapmaları ve yediklerine dikkat etmeleri önemlidir.

Tedaviye uyumu değerlendirmek ve toksisite riski açısından valproat düzeyine bakılmalıdır (E. Köroğlu, HOPE, 2015). Hasta o gün tetkik için kan verene kadar ilacını almamalıdır.

Olağan değer; toplam valproat 50-125 mikrogram/mL, serbest valproat 6-22 mikrogram/mL, serbest valproat yüzdesi % 5-18 (öngörülen) dir.

Anlamlı değerleri; toplam valproat >150 mikrogram/mL, serbest valproat >50 mikrogram/mL olup toksisite belirtieri açısından klinik değerlendirme önerilmektedir.

Tedavinin başında, haftada bir tam kan sayımı ve trombosit ölçümü gereklidir. Daha sonra, 6 ayda bir trombosit ve tam kan sayımı ile, karaciğer fonksiyon testleri (ALT, AST, GGT), TSH (tiroid stimüle edici hormon), amilaz ve lipaz düzeylerine bakılmalıdır. Metabolik sendrom açısından hastanın eğitimi ve takip gereklidir.

LİTYUM

Lityum, bipolar bozuklukta ve duygudurum bozukluklarında kullanılan, bir alkali metal tuzudur. Doğada serbest halde bulunmaz. İnsan vücudunda az miktarda olan bir elementtir. Tedavi öncesinde özellikle böbrek işlevleri değerlendirilmelidir. Tok karnına alınması mide bağırsak yan etkilerini azaltır.

Lityum düzeyine, alınan son dozdan 12 saat sonra bakılmalıdır. Lityum tedavisine yeni başlandığında ya da bir doz değişikliği yapıldığında bir hafta sonra; daha sonra da tedavinin ilk 6 ayı boyunca, 2-3 ayda bir kan lityum düzeyine bakılmalıdır. Tedavide 6 ay geçildikten sonra, 6-12 ayda bir kan lityum düzeyi ile kreatinin, TSH (tiroid stimüle edici hormon) ve BUN (kan üre azotu) düzeyine bakılması önerilmektedir (E.Köroğlu, HOPE, 2015).

Klinik yanıt alınan olağan değer aralığı; erişkinde 0.6-1.2 mEq/lt, yaşlılarda 0.4-1.0 mEq/lt dir. Anlamlı değeri, >1.5 mEq/lt olup klinik olarak toksisite açısından değerlendirilmelidir. Akut toksisitede, daha çok mide-bağırsak sistemi yakınmaları (bulantı, kusma, ishal ve ellerde tremor artışı) ön planda olur. Bu bulguların varlığında hekiminize başvurmak önemlidir.

Değer aralığının artması aşırı doz lityum ilaç alımı, akut böbrek yetmezliği, aşırı tuz kısıtlaması ve birlikte alınan bazı ilaç (ACE inhibitörleri, tiyazid diüretikleri, fluoksetin, steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar vs.) kullanımında gözlenebilir.

Lityumla koruma tedavisinden yarar gören hastalar, bu ilacı yaşam boyu kullanmalıdırlar. Bu hastalar ilacı bırakacak olurlarsa %90’dan daha büyük olasılıkla yeni bir hastalık atağı geçirirler.

HERKESİN ÖNÜNDE KONUŞMA KORKUSU

Yaşamdaki sosyal ve mesleki faaliyetlerde başarılı olmak ve doyum alabilmek için dinleyenler ne kadar kalabalık olursa olsun, herkesin önünde veya bir toplantıda kendini etkili ve açıkça ifade etmek önemlidir.

Meşhur birçok sanatçı, iş adamı düşünüldüğünün aksine bu endişeyi yoğun olarak yaşarlar. Sözgelimi sahne korkusu olan aktörlere korku duygularını heyecan ve beklentiye dönüştürmeleri öğretilir. En önemli faktör, kişinin yapamadıkları ve endişe duydukları şeyler yüzünden kendisini aşağılamamasıdır. Sunuma güç katacak bazı noktalar şunlardır (The Go Ask Alice Book of Answers);

  1. Dinleyicilerin anlamasını, esin almasını istediğiniz birkaç mesaj ve başlık bulun.
  2. Konuşmanızı basit tutun; unutmayın onlar sizin kadar o konuda bilgili ve yetkin olmayabilirler.
  3. İlgi uyandırmak ve merak uyandırmak için konuşmanızın harcına öyküler, anılar vs. katın.
  4. “Materyal”inizin bazı kısımlarını arkadaşlarınız üzerinde deneyin.
  5. Sunuşunuzu bir aynanın veya arkadaşınızın önünde prova edin.
  6. Konuşmanın çerçevesini belirtin; “onlara ne anlatacağınızı söyleyin, bunları anlatın, ne anlatmış olduğunuzu özetleyin”.
  7. Dinleyen kişileri tanımak, sunuşunuzla ilgili hedeflerini ve deneyimlerini öğrenmek önemlidir.
  8. Dinleyenlerle aynı hizada göz teması kurun.
  9. Gerekli olduğunu düşündüğünüzden biraz daha yüksek sesle konuşun (uzakta duran kişiye ulaşmak).
  10. Zaman zaman yavaşlayın, gülümseyin ve nefes alın.
  11. Sorular ve cevaplara zaman ayırın.

Bu konuda aşırı endişe ve korku kişiyi aşırı derecede etkileyerek, klinik olarak bazı yakınma ve belirtilere yol açabilmektedir. Böyle durumların varlığında profesyonel yardım uygundur. Aynı zamanda eşlik eden ruhsal bir bozukluk varsa psikoterapi ve gereğinde ilaç tedavisi uygun olacaktır.

ELEM, KEDER VE KAYIPLA BAŞETME

Bazen bir yakınımızın, dostumuzun kederli (hastalık, ölüm vs.) durumlarında nasıl davranacağımızı bilemeyiz. Yapılması gereken en önemli unsur “onunla her zaman her konuda konuşmaya” istekli olduğunuzu göstermektir. Böylece kendini hazır hissettiğinde size güvenebileceğini bilecektir. Yapabileceğiniz bir başka şey, arkadaşınıza onun yaşadığı durumla ilgili kendi duygularınızdan söz etmektir. Onun dostu olmayı sürdürün, ne denli uzaklaşır gibi görünse de onu terk etmeyin.

Kendi kayıplarımızda yaşam dönüşsüz bir biçimde değişmiştir. Böyle bir dönemde kendinize yakın hissettiğiniz insanları aramanız ve onlarla konuşmanız önemlidir. İnsanlar size nasıl yardımcı olabileceklerini bilemiyor, sizin onları aramanızı bekliyor olabilirler. Birini seçip, özel bir şey yapmasını isteyebilirsiniz (sizi dinlemek, yürüyüşe, kafeye gitmek vs.). Bazen öylece suskun oturmak, birlikte farklı kitaplar okumak, egzersiz yapmak işe yarayabilir (The Go Ask Alice Book of Answers).

Kayıpla ilgili güçlü, boğucu duyguların zaman içinde azalacağını anımsamak önemlidir. Yaraları sarmada doğanın yavaş ancak emin işleyen sürecine zaman tanınmalıdır. Rutin egzersizler, meşguliyetler uygulanmalıdır. Tepkisel ilişkilerden, büyük kararlardan ve alışkanlık yapıcı her türlü şeyden uzak durulmalıdır.

Keder ve matemin herhangi bir sihirli reçetesi yoktur. Her insan bunu kendi tarzında yaşar. Önceden belirlenmiş bir matem dönemi (süresi) yoktur. Ancak çok uzayan; kişinin sosyal ve mesleksel işlevselliğini bozan, iştah-uyku gibi bedensel dengelerini bozan, derin umutsuzluk ve intihar düşüncelerinin geliştiği olgularda kişinin bir klinisyen tarafından muayene edilmesi gereğinde psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi alması uygun olacaktır.

AİLE İÇİ KRONİK HASTALIKLARIN VARLIĞI

Aile fertlerinden birinde yaşamı tehdit eden veya kronik seyreden bir hastalık teşhis (AIDS, şiddetli koroner hastalık, kanser, şizofreni vs.) edilmesi, hasta ve diğer bireylerde çeşitli duygusal dalgalanmalara yol açabilir. Bu dalgalanmalar hasta ve aile fertleri arasında ilişki düzenini değiştirebilir. Hasta bireye gösterilen ilginin artması, diğer aile fertlerinin kendilerine ayıracakları zamanın azalması sıklıkla görülen bir durumdur.  Belirsiz olan hastalık süreci ile ölüm ihtimalinin yanı sıra çaresizlikten kaynaklanan bir gerilimde sıklıkla yaşanmaktadır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Sağlıklı aile fertleri hastalık yüzünden endişe, öfke ve kırgınlık hissedebilmektedir. Oluşabilecek sosyal izolasyon, maddi sıkıntının yanı sıra tedavi yöntemleri ile ilgili düşünce farklılıkları da zorlayıcı olabilmektedir.

Bu sorunları ele alınmasında hastalık süreci içerisinde ne tür gelişmelerin olabileceğine dair bilgilendirme önceliklidir. Hastalığa çok fazla ya da çok az müdahil olmak gibi ölçülü bir sınır tayin edememenin durumu zorlaştıracağı unutulmamalıdır. Hastalık sürecinde ortaya çıkabilecek beklenen veya beklenmeyen sıkıntılara, kötü gidişe ve ani ölüme karşı baş etme stratejileri geliştirilmelidir.

AİLE İÇİ KISKANÇLIK

Güvensizlik ve kıskançlıktan dolayı aile içinde çatışma ve gerginliğin yaşanması sık görülen sorunlardan biridir. Bu durum aile üyelerinin her birini duygusal anlamda etkiler ve zamanla davranışsal sorunlar da eklenebilir. Aile bireyleri arasındaki iletişim dili, öfke vs. zaman içinde birinden diğerine geçer.

Aile bireylerinin “favori ebeveyn”ler oluşturarak bunları desteklemesi bir anlamda kayırması diğer bireylerde endişe duygusu ve suçlamaları geliştirir (F.M. Dattilio, A. Jongsma). Bazı aile bireylerinin diğer aile bireyleri üzerindeki kontrolü, kızgınlığa sebep olur. Aileden uzakta geçirilen zamanlar, bazı aile üyeleri üzerinde derin bir güvensizlik yaratabilir.

Bu sorunu yaşayan çiftlerde terapide; güvensizlik ve/veya kıskançlığı içeren konulardaki gerginliği ve çatışmaları azaltmak, beraber geçen zaman eksikliği ile ilgili hayal kırıklıklarını ortadan kaldırmak önemli hedeflerdendir. Ayrıca bağımlı hareketleri azaltmak, aile üyeleri arasında yeniden güven oluşturmak istenen hedeflerdendir. Aşırı mülkiyetçilik (sahip olma isteği) düşünceleri araştırılır. Yapılan klinik görüşmelerde kişisel psikopatolojiler saptanırsa, bu sorunları ilaç ve/veya psikoterapi ile ele almak önerilmektedir.

AİLE İÇİ AYRILMA (BOŞANMA)

Evlilikle ilgili zorlukların yaşanması ve giderek yoğunlaşması, evliliğin ve aile ilişkisinin sürekli yıpranmasına yol açmaktadır. Eşler arasında anlaşmazlık ve tartışmaların artması birbirlerine yabancılaşmayı artırır. Diğer aile bireylerindeki gerilimde özellikle “ayrılma” söylemi ile tetiklenir. Aile üyelerinde endişenin, depresyonun ya da eyleme dönük davranışların (madde kullanımı, kavgacılık, düşük okul performansı gibi) semptomları gelişebilir (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Ebeveynlerin ayrılığa karar vermesi ile hangi aile üyelerinin evde kalacağı ile ilgili endişeli sorular ortaya çıkar. Çocuklar, bir ebeveynden belki de kardeşlerinden ayrılmaları nedeniyle çatışmalı bağlılıklar yaşayabilirler. Zorlayıcı maddi yetersizlikler sıklıkla gelişir. Çocuk yönetiminde problemler tek ebeveynliğin ve eski eşin destek eksikliğinin sonucu olarak gelişir.

Klinik görüşmelerde, her iki eşte anlaşmazlıklarını çözmek için motivasyon olup olmadığının saptanması önemlidir. Motivasyon sağlanamazsa ayrılmayla uyumlu bir şekilde başa çıkmanın sağlanması temel hedeflerdendir. Ebeveynlerin aile içi sorunlarda iş birliğini kabul etmeleri ve aralarındaki çatışmayı azaltmaları önemlidir. Ebeveynlerin çocuklara bakmaya devam etmesi, onlara sevildiklerine dair güven vermesi sağlanmalıdır.

EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLER (ALDATMA)

Eşlerden biri ya da her ikisi de, evlilik ilişkisini zedeleyici cinsel davranışta veya evlilik dışı bir partnerle yakınlaşma (cinsel, duygusal vs.) yaşayabilirler. Bazı durumlarda ebeveynlerden biri ya da her ikisi de, ilişkiyle ilgili duygu veya düşüncelerini evlilik dışı bir partnerle paylaşır ve evlilik ilişkisinin açık ya da gizli beklentilerini ihlal eden gizliliği sürdürür (örneğin; açıkça veya gizliden romantik içerik taşıyan mesajlar, hediye gönderme vs.). Bazen de evlilik dışı ilişki yaşayan kişi veya diğer ebeveyn bu ilişki ile ilgili hislerini gizlice çocuklarıyla paylaşır (F.M. Dattilio, A. Jongsma).

Bu tür ailesel sorunların ele alınması ve yönetilmesinde bazı hedefler önemlidir; eşlerin birbirleriyle bu konuda iletişime geçmeleri, sorunun çözümü veya ayrılma konusunun üzerine eğilmek için çift (evlilik/ayrılık) terapisi almaları, çocukları bu konuda nasıl bilgilendirecekleri konusunda bir anlaşmaya varmaları uygun olacaktır. Bir evlilik ilişkisinin sonlandırılmasının çocuklara nasıl anlatılacağının kararlaştırılması önemlidir. Ebeveynlerin çocuklarını “sır tutma” durumunda bırakarak onlara verdikleri zararı anlamaları ve gelecekte tüm ilişki problemlerini aralarında konuşarak çözmeleri sağlanmalıdır. Eş ilişkisi (evlilik) terapisinin sağlanamadığı durumlarda gereğinde bireysel terapiler uygulanmalıdır.

AİLE İÇİ ÖFKE YÖNETİMİ

Öfkenin, insan yaşamı için gerekli ancak kontrol edilmesi gereken bir duygu olduğu kabul edilmelidir. Zaman zaman tehditler, objeleri kırma, diğerlerinin bireysel alanını ihlal etme ve bazı bireylerle konuşmayı reddetme yaşanabilir. İlişkilerde küçük düşürücü, tehdit edici ve saygısız olarak algılanan öfke ifadeleri bulunabilir.

Öfke duygularının şiddetle büyümesine izin vermek yerine onlar hakkında önceden konuşmanın önemi hatırlanmalıdır. Bazı konulardaki bağımsızlık arzularını ifade etmek için öfkeli saldırganlığın yerine girişkenliği uygulamanın altı çizilmelidir. Bireylere, kontrolsüz öfke ifadelerinin hem kendisi hem de diğer aile üyelerine ne kadar zarar verici olduğunu, negatif sonuçlarını tanımlamada yardım etme ön planda tutulmalıdır (F.M. Dattilio, A.Jongsma)

Öfke kontrolü için belirli teknikleri tanımlamak (düşünceyi durdurma vs.) yararlı olmaktadır. Gereğinde danışmanlık alınması, öfkenin tedavisi için ilaç tedavisi ve/veya psikoterapi önerilmektedir.